1973 yılı sonları, devrimci mücadeleye daha çok zaman
ayırmak için okulumu bırakıp İstanbul’a
gidiyorum. Kuruluş çalışmaları süren TSİP’in çalışmalarına katılmak
arzusundayım. İstanbul’da bir süre kaldıktan sonra, oradaki ağabeylerim bana
“sen zaten Ankara’da okuyorsun, biz burada iyiyiz, orada daha yararlı
olursun. Ankara’daki Kitle gazetesi bürosunu (TSİP öncesi çalışmalar gazete bürosundan
yürütülürdü) Halil Çelimli isimli arkadaşımız açtı. Halil Commer’in arabasını
yakmaktan Sinan Cemgil, Yusuf Aslan, İrfan Uçar, Taylan Özgür ve İbrahim
Seven’le birlikte yargılanmış, Dev genç davasından hapis yatmış birisidir, sen
git ona yardımcı ol” demişlerdi. Ben de hemen valizimi toplayıp Ankara’ya
döndüydüm. Menekşe sokaktaki Kitle bürosuna (Sonra TSİP Ankara İl merkezi oldu.
Şimdi ÖDP Ankara İl Merkezi)gittiğimde, boş bir büroda, soyadının aksine
çelimsiz ama çelik gibi olduğu izlenimi veren Halil ağabeyle karşılaştım.
Tanıştık ve başka arkadaşlarla birlikte büronun tanzimine ve diğer çalışmalara
katıldık.
O günden
itibaren, Halil Çelimli, yoldaşça bir ağabeylik nasıl yapılırın örneği oldu
bizim kuşak için. Sonradan daha çok bilgilendik hakkında. 1946 doğumlu olup,
ağarmış saçlarına, hastalıklı bedenine karşın hep bir delikanlı ataklığı
taşıdı. Devrime inancın ve devrim tutkusunun en yüksek olduğu insanlardan
biriydi. İstanbul’a gelip misafirim olduğu günlerde, geç saatlere kadar
oturduğumuzda da, sabah kalkıp kahvaltı yaparken de öyle bir heyecan yayardı
ki, sanki evden çıkıp barikatlara koşacakmış duygusuna kapılırdık.
Biz onunla 1,5
yıl kadar birlikte çalıştık. Halil ağabey TSİP GYK üyesi ve Ankara il
yöneticisi idi. Ben birkaç ay Altındağ ilçesinde mahalle çalışmaları yaptıktan
sonra Ankara İl bünyesinde kurulan İl Gençlik Bürosuna alınınca Halil ağabeyle
birlikte çalışmaya başladık. Halil ağabey resmen gençlik bürosunda görevli
değildi ama bütün çalışmalarımızda bilgisi, heyecanı ve deneyimiyle yer
alıyordu.
TSİP’in en
önemli gençlik eylemi sayılan ünlü Kissinger Boykotu da o günlerde oldu. Boykot
kararının alınması epey tartışmalı olmuştu. O zamanlar TSİP’li arkadaşların da
yönetimde olduğu gençlik örgütü ADYÖD (Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim
Derneği) boykot kararı alamamıştı. Başka eylemler yaparız düşüncesindeydiler.
Gençlik içinde çalışan bizler de “ADYÖD’e rağmen….” kararsızlığı
içindeydik. Bir gece öncesi, gençlik bürosu ve ODTÜ’lü arkadaşlarla yoğun ve
uzun tartışmalar yaşadık. O tartışmalarda Halil ağabeyin, yine yakın yıllarda
kaybettiğimiz Aykut Başaran’ın ikna edici, 10 yıl kadar önce kaybettiğimiz Dr.
Doğan İstanbulluoğlu’nun ajite edici gayretleri sonucu sabaha karşı boykot
kararını verdik. Başta Halil ağabey, bütün OTDÜ’lü arkadaşlarımızla, İl Gençlik
Bürosu’nun elemanları ilk servislerle giderek boykotu gerçekleştirdik.
Daha sonraları
benim de içinde olduğum kesim toplu istifa ile ayrıldık TSİP’ten. Halil ağabey
de bir süre sonra sanırım tek başına ayrıldı. GYK üyesi olduğu zaman bir gün
sabah erken Kızılay’da karşılaştığımızda, daha sonra İlke dergisinde yayınlanan
Kıvılcımlı eleştirisi dosyasını göstererek, onaylamadığını, hele hele GYK’na
habersizce oldu bitti gibi getirilmesine kızgın olduğunu söylemişti. Her zaman
Kıvılcımlı’ya saygılı ve övgülü yaklaştı. 2010 yılının Mart sonu Ankara’da
yaptığımız “Kıvılcımlı, Eserleri ve Etkileri” konulu panelin sonunda
yaptığı konuşmada “bu dediklerim özellikle kayda geçsin” diyerek
Kıvılcımlı’ya olan sevgi ve minnetini anlatmıştı. Filistin eğitim kamplarına
giden ilk ekipte olduğunu kaydedip, orada da devrim savaşının bu tür partisiz
gerilla gruplarıyla başarılamayacağını düşündüğünü, bu bilinci özellikle
Kıvılcımlı’nın etkisiyle edindiğini söylemişti. Bir gün umarım Halil ağabeyle
ilgili bir belgesel yaparız, o görüntüleri de kullanırız.
TSİP’den
ayrıldıktan sonra da örgütsüz kalmamaya gayret etti. O zamanki TKP’ne katıldı.
Ancak Halil ağabeyin katılışı, başkaları gibi, “topluca girer, orayı ele
geçiririz” bezirgan mantığı ile olmamıştı. O, burası partidir deyip, tek
başına dalmıştı. Nitekim 12 Eylül yargılamalarında Ankara TKP davasından
hapiste kaldı.
12 Eylül
sonrası ben çok uzun süre kaçak kalmıştım. Yaz aylarını çoğunlukla kıyı
kentlerinde geçiriyordum. Yine bir yaz Didim’in Altınkum’unda, kaldığım
pansiyona giderken, başka bir pansiyonun önünde sandalyeye kaykılmış oturan
Halil ağabeyi gördüm. Fark ettiğimde çok yaklaşmıştım. Bildiğim kadarıyla o da
henüz yakalanmamıştı. Kaçaktı yani. Beni görünce sevinç ve hayretle açıldı
gözleri, doğrulmaya çalıştı. Tam o sırada ben: “Benzetiyorsun Halil
abi” deyip geçtim önünden. Hangi duygularla kalakaldı bilemedim.
Cezaevi
çıkışında yine sosyalist çalışmaların ortasındaydı. Bir yandan mühendisliğini
yapmaya çalışıyor, bir yandan da sosyalist hareketin birliği için çalışıyordu.
Çeşitli yerlerde şantiye şefliği yaparak geçimini çıkardı. Kuruluşundan
itibaren ÖDP üyesi oldu. Sanırım öldüğü zaman da üyeliği sürüyordu.
Son iki yıl
hariç, Sinan Cemgil anmalarında konuşmaları o yapardı. Sinan Cemgil’e değişik
bir bağlılığı vardı. O benim hocamdı derdi konuşmasında. Konuşma yaparken ya da
ciddi bir siyasi tartışmalarda bütün hücreleri konsantre olurdu. Sanki bütün
vücuduyla konuşurdu.
Şubat ayının 5’inde
son aşk evliliğini yapmıştı.
Türkiye
sosyalist hareketinin en inançlı, en heyecanlı, en düzgün insanlarından birini
yitirdik. Zaman zaman misafir ettiğim, sık sık telefonlaştığım bir büyüğümü de
kaybetmiş oldum ben de. Unutmayacağım.
Halil Çelimli’nin kişiliği, devrimci duruşu bize olduğu gibi yeni kuşaklara da örnek olacaktır.
Vedat Türkali’nin 100. Yaşına armağan olarak hazırlanan kitaba benden de bir yazı istenmesinin heyecanıyla neler yazabileceğimi düşünürken onunla tanışmam, geçirdiğim zamanlar, uzun Kıvılcımlı sohbetlerimiz geçti gözümün önünden.
İlk olarak
Suat Şükrü Kundakçı ağabeyle birlikte TÜYAP Kitap Fuarı’nda kitaplarını
imzaladığı standda görmüştüm onu. Sohbet ettik biraz. Bir kitabını imzalatmak
istediğimde, “imza atamıyorum Sebahat hanım kaşemi basıyor” demişti. “Hayır ben
sizin imzanız olsun isterim” dediğimde de “evladım ellerim titriyor, atamıyorum
ki” demişti tekrardan. Ben de Sebahat’in kaşe basmasını kabul etmeyip
vazgeçmiştim imza ısrarından. Daha sonraki yıllarda gerçekten “evladı” gibi
davrandığı zamanlarımız oldu.
Yöneticisi
ve ortağı olduğum yayınevinde bastığımız her Kıvılcımlı kitabından bir adedini
götürerek ilişkimizi sıkılaştırmıştım. Sonraki yıllarda eksilen kitapların
yerine bizden takım kitap aldığını ve ısrarla parasını ödediğini hatırlıyorum.
Son birkaç
yılında epey birlikte zamanımız geçti. Tedavisiyle ilgilenen hekim arkadaşıma
yardımcı olmak amacıyla bütün hastaneye getirme götürme işlerini üstlendim,
banka vs işleri olduğunda refakat ettim. Sık sık tekrarladığı öğlen
sofralarının konuğu oldum zaman zaman. Beslenme titizliğine tanığım. Zar zor
oynattığı kaslarıyla “jimnastik” yapma çabasının da hayranıydım. 2012 1
Mayıs’ına tekerlekli sandalye üzerinde katılmayı istemişti. Bir arkadaşımla
birlikte Cihangir yokuşundan çıkarmak zordu, yokuşu tek başıma indirirken fizik
olarak çok zorlandım ama onun 93 yaşında yumruğunu sıkarak alana girmesi ve
dolaştırmamızın heyecanı birçok şeye değerdi. Heyecanlıydı, nefes nefese
kalmıştı sandalyesinde. Evine çıkardığımda “sana da büyük yorgunluk oldu evlat”
derken de 1 Mayıs’ı Taksim alanında karşılamış olmaktan mutluydu.
94. yaş
gününde yakın dostları olarak 4 kişi gün boyu birlikte olmuştuk. Hocalık
yaptığı askeri liseyi göstermişti bize. Küçüksu Deresi yakınında yemek yiyip
sohbet ettik, Anadolu kavağı tarafına geçip yeşillikler içinde çaylar içtik.
Gün boyu sık sık evde yatalak olan eşi Merih teyzemizi sordu, sordurdu.
Bu yılın
başında kaybettiğimiz kıymetli ağabeyim Yalçın Yusufoğlu ile beraber sık sık
Vedat beyin (Yalçın ağabeyim Vedat bey derdi. Ben Sebahat’ten alışkanlık Kadir
amca derdim) salonunda buluşur, TKP tarihi ve özellikle Kıvılcımlı üzerine
doyulmaz sohbetler ederdik. Hem kendilerini hem de sohbetlerini özlüyorum.
ORTAKLAŞA
KIVILCIMLI ANMASININ ÖNCÜSÜ
2009 yılının
Mayıs-Haziran ayları. Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın bütün eserlerini basmak üzere
kurulan Sosyal İnsan Yayınları’nın ortağı ve yöneticisiyim. Bütün gücümüzle
kitapları hazırlamaya, basmaya, dağıtmaya çalışan 2-3 kişiyiz. İnsanüstü bir
gayretle çalışarak 2 yıl gibi bir zamanda 20’den fazla kitabını basmışız
ustamızın. O aylarda da 9 kitap olarak yazılmış olan ünlü YOL serisini yayına
hazırlamakla meşgulüz.
Kıvılcımlı’nın
mezar başı anmaları, her biri kendini Kıvılcımlı’nın gerçek mirasçısı, has
takipçisi sayan grupçukların arka arkaya mezar başına gelerek, ayrı ayrı anma
konuşmaları yaptıkları, anma için bile bir türlü bir araya gelemedikleri bir
biçimde yapılıyordu, hâlâ da öyle yapılıyor. Bu konuda benim gibi gruplardan
bağımsız olarak Kıvılcımlı’ya bağlı olan iyi niyetli kimselerin birçok defa
yaptığımız girişimlere rağmen bir ortaklaşma sağlanamadı, sağlanamayacak gibi
de görünüyor.
İşte o 2009
yılında bir yandan yayın işlerini yoğun bir şekilde yürütürken, bir yandan da o
yılki Kıvılcımlı anmasının nasıl yapılacağı, bizim neler yapacağımız üzerine de
düşünüp tartışıyoruz yayınevinde. “Kıvılcımlı’nın sadece izleyicilerinin değil,
tüm Türkiye halklarının bir değeri olduğu, Tüm devrimci gruplar tarafında
anılabilse ne iyi olacağı” konusunda konuşurken, böyle bir şeyi deneme fikri
gelişiyor içimizde. Kısa bir tereddütten sonra tüm gruplarla görüşüp onları
ortak bir kıvılcımlı anmasına ikna etme çabasına girişmeye karar veriyoruz
sonunda.
Kendince bir
prestiji olsa da sonunda biz bir yayınevi idik. İrili ufaklı ama hemen hepsi de
benmerkezci, yaklaşılması ve bir etkinlikte ortaklaştırılması zor olan grupları
böyle bir birlikteliğe ikna etmeyi bırakın, kendimizi dinletmeyi nasıl
başaracağımızı düşünürken aklımıza ortak anma çağrısını Vedat Türkali’ye
yaptırmak geldi. O zaman Bodrum’da tatilde olan V. Türkali ile görüşmek üzere
bir arkadaşımızı yolladık. Memnuniyetle kabul edip, herkesi ortaklaşa bir
anmaya davet eden bir çağrı metni de yazıp vermişti Türkali.
Siyasi
gruplarla görüşüp onları ortak anmaya çağırma ve ikna etme görevini ben
üstlenmiştim. Elimizde Vedat Türkali imzalı bir çağrı olunca daha bir dikkate
alınır, dinlenir olmuştuk. Birkaç tur sürdü görüşmelerimiz. Genellikle olumlu
karşılandı çağrı ve çabalarımız.
Temmuz-Ağustos
aylarında olumlu yaklaşan – temas ettiğimiz bütün gruplar olumlu yaklaşmıştı
aslında- grup, parti, platform gibi örgüt temsilcileri ile toplanmaya başladık.
Anmanın pratik işlerini görüşüyor, salon, konuşma düzeni gibi ayrıntıları
tartışıyorduk. 15 civarında parti, grup, platform, dergi, yayınevi haftalar
boyu defalarca toplandık. Son derece güzel bir anlayış ve karşılıklı saygı
içinde sürdü toplantılar. Kıvılcımlı’ya olan saygı, Vedat Türkali’nin çağrıcı
olmasının ağırlığı ve diğer çağrıcı görünen Sosyal İnsan Yayınları’nın
gayretleri ile önemli bir sorun yaşanmadan anma aşamasına yaklaştık. Ancak
anmanın günü çok yaklaşmışken bazı anlaşmazlıklar baş gösterdi. Siyasi ayrılık
varmış ve bu birlikte olmaya engelmiş gibi görme/gösterme çabalarını saymazsak,
konuşmalar yapılması konusu çok tartışılmaya başladı. Katılımcılar ya herkesin
kısa kısa saygı ve selamlama konuşmaları yapması ya da Herkes adına
çağrıcılardan birinin kapsamlı bir konuşmayla anmayı yapması seçeneklerini
tartışırlarken konu Vedat Türkali’ye de iletilip görüşü alınmak istedi. Vedat
hocanın tavrı son derece net oldu: “Ben bu çağrıyı sadece Dr. Hikmet anması
için yapmadım, toplantıda yalnız ben konuşacağım ve Türkiye sosyalist
hareketinin birliği konusunda vasiyetim sayılacak açıklamalar yapacağım”
diyerek tartışmaları bitirdi. Konuşma yapmaya çok hevesli olanlar bile ses
çıkaramadı bu net tavır karşısında ve Vedat Türkali mezar başında da daha sonra
Su Tiyatrosu’nda yapılan anma toplantısında da tek konuşmacı oldu. Siyasi
partilerden Özgürlük ve Dayanışma Partisi(ÖDP), Sosyalist Devrim Partisi (SDP),
Sosyalist Parti (SP), Demokratik Toplum Partisi (DTP), Türkiye Komünist Partisi
(TKP)gibi partiler, Toplumsal Özgürlük Platformu(TÖP), Sosyalist Demokrasi
Platformu (SODAP), Sosyalist Emek Hareketi(SEH), gibi platformlar, Atılım dergisi, Sosyal
İnsan Yayınları gibi kurumlar(yıllar geçti, unuttuklarımdan özür dilerim)ın
katıldı bu toplantıya.
Toplantıdaki
konuşmasında şunlara değindi Vedat hoca: [Bu konuşma 11 Ekim 2009 tarihinde Su
Tiyatrosundaki anma toplantısında yapıldı ve kendisinin izniyle tape edilerek
ilk defa benim derlediğim, Dipnot Yayınları’nın yayınladığı HİKMET KIVILCIMLI
KİTABI’nda yayınlandı.]
“…1936-37’lerde
bize ışık tutan Dr. Hikmet Kıvılcımlı idi.”
“…Ve
Doktor’a biz o zaman işte o küçücük kitaplarıyla, Marksizm Bibliyoteği… İşte Edebiyatı
Cedide’nin Otopsisi, Emperyalizm… Bütün o kitapları yer gibi okuduk. Bize
ilk ışık tutan oydu. Yani bilimsel olarak marksizmi öğreten oydu. Zaten o daha
önce Kapital çevirisi vermeye başlamıştı.”
“Şimdi
içerdeyken biz, Doktor Vatan Partisi’ni kurdu. Onu izliyorduk zaten
hapishaneden. Şefik Hüsnü’nün Dr. Hikmet’e nasıl büyük bir sevgi ve hayranlık
duyduğunun ben tanığıyım…”
“Doktor
Hikmet Kıvılcımlı’yı ilk defa orada (Sultanahmet cezaevi) tanıdım. Şimdi o
günden sonra hep beraber olduk, daima. Yanından ayrılmamaya çalıştım, çok şey
gördüm, çok şey öğrendim ama bugün anlıyorum ki yazık ki onun kitaplarını ben
gerçek hakkını vererek o zamanlar tam kavramamışım.”
“Doktor
bizim Marksist-Leninist kavganın en yiğit önderlerinden biridir. Yalnız odur
demem, vardır yiğit insanlar… Fakat Marksizm’e bir hizmet, Türkiye’nin
gerçekleri içerisinde, gerçekten düşünsel katkılarda bulunmuş, bakın sözüme
dikkat edin, tek adamdır. Şefik Hüsnü’yü tanıdım, biliyorum, çok iyi biliyorum
büyük saygım var. Reşat Fuat öyle. Bu konuda iyi kötü yazanlar var ama Doktor
Hikmet çok farklı bir şey yaptı bu memlekette.
“Ne yaptı
Doktor Hikmet? Şimdi bugün Türkiye’nin en ünlü sorunlarını alalım. Din sorunu.
Din sorunu hakkındaki bizim eski ve yeni o zamanki militan yoldaşlarımızın
fikri vardı. Hâlâ bugün marksistim diyenler işte Marx’tan öğrenmişler “din
afyondur” falan. Ama bir sosyal kurum olarak Türkiye’de din nereye oturuyor,
neleri yapmamız lazım bizim bu konuda? Bu konuda ciddi biçimde düşünce yoluna
açan Doktor Hikmet’tir.”
“Biliyorsunuz
Kürt sorunu üzerine yazılmış Doktor Hikmet’in bir kitabı var. Bizim İsmail hoca
(Beşikçi) görmüyor bu olayları. Biz o zaman varlığını biliyorduk ve doğru
yaklaşıyorduk olaya. Biz dediğim kim? Doktor Hikmet’in kitabını okuyanlar.
Bakın Kürt meselesine yaklaşımı bu.”
“Şimdi
bakın, benim son zamanlarda değindiğim iki nokta var. Zaten çoğunu yazdım,
ilgili notlar var. Kürt meselesi ve din meselesini ben Doktor’dan öğrendim.”
“Vatan
Partisi’nin kuruluşunda bu Eyüp konuşması var, tarihi bir konuşma… Ha o yüzden
yakaladılar onları, aldılar içeriye. Demin onu dedim, büyük mutluluk hissettim
ama bir yandan üzülüyorum tevkif edildikleri için, bir yandan da mutluyum.
Doktor Hikmet’i tanıdım. Doktor orada İslam’ı tarif eder. İslam’ın nasıl
sınıfsal bir yapısı olduğunu anlatır ve bu Ebu Süfyan tayfasını anlatır.
İslam’ın temelinde nasıl ilkel komünal birtakım ögelere dayandığını anlatır.
Uzun uzun anlatır birçok şeyleri. Ben orada öğrenmişim programı. O zaman
anlaşılmadı ama sonradan olayların gelişmesi Doktor Hikmet’in ne kadar haklı
olduğunu gösterdi.”
“Üçüncüsü
Osmanlı eski tarihimiz ve bu tarihe bakışımız. O konuda da bize çok önemli
yapıtlar verdi. Osmanlı Tarihinin Maddesi. Zaten bütün bunları sonunda
ne yapıyor, asıl büyük Tarih Tezi’ne bağlıyor. O Tarih Tezi çok önemli bir
bilimsel buluştur. Marx’a katkıdır. Marksizm-Leninizm’e katkıdır.”
“Ben iyi
kötü takip ediyorum, bakıyorum ne kadar basit şeylerde, kolayca beraber
olmasına hiçbir engel olmamasına rağmen bile bir ortamda parçalanmalar oluyor.
Bu sağlıklı değil. Bugün bütün arzumuz şu: BİRLEŞMELİYİZ. Bizi kim
birleştirebilir? Benim yaşadığıma göre şöyle bir toparlamaya çalıştım. Eskiden
bize hazır olarak bol malzeme bırakan, bol düşünce bırakan kişi, galiba tek
kişi Doktor Hikmet Kıvılcımlı’dır.”
“Şimdi
bize bu konuda en gerçekçi yolu gösterebilecek kişi, ben yetmiş yıldır komünist
partisinde şu veya bu şekilde oldum. Gördüğüm kadarıyla dört dörtlük, Doktor
Hikmet’in gösterdikleridir, öğrettikleridir.”
Böyle
anlatmıştı bizlere Kıvılcımlı’dan nasıl ve ne kadar etkilendiğini. Bu etkileri
hemen hemen tüm romanlarında görürüz. Her eserine bir şekilde almıştır
Kıvılcımlı’yı. Ya karakter olarak, ya düşünce dünyasını etkileyen bir fikir
olarak mutlaka değerlendirmiştir.
Yukarda da
andığım gibi son yıllarında sık sık görüştük, sohbetinden ve derin bilgisinden
yararlandım.
100.
yaşındaki bu büyük edebiyat ve sinema adamını, bu büyük komünisti saygı ve
özlemle anıyorum. Ahmet Kale