“Komün Gücü Sahtekarlığı” ifşalarıma bir görüş de devrimci arkadaşım, Sokağın Sesi internet gazetesi yönetmeni Hasan Balcı’dan geldi.
DOKTOR DOKTOR KALKSANA…
Doktor Hikmet Kıvılcımlı’yı 11 Ekim 1971’de kaybetmiştik. Ölümünün 54. yılında Kuzey yıldızımız, ustamız, önderimiz Doktor Hikmet Kıvılcımlı’yı özlem ve saygıyla anıyorum.
Doktor Ölümünün ardından büyük bir Külliyatı yoldaşlarına miras olarak bıraktı. Doktor, Türkiye Sosyalist hareketinin önemli ideologlarından biriydi. Kendi tarafından yazılmış yüzlerce eser, binlerce makale ve notları ile Hollanda arşivi dev bir külliyatı oluşturuyor.
Doktor özellikle hapishane dönemini üreterek geçirmiş yol arkadaşlarımızdan, önderlerimizden biridir. Onun birçok eseri akademik düzeyde eser olup Üniversitelerde ders olarak okutulabilecek hatta kürsü olabilecek nitelikte eserlerdir. Örneğin Tarih tezi,”Tarih Devrim, Sosyalizm”. Doktorun eserlerini burada ayrıntısıyla yazmak onlar üzerinden bir tartışma başlatmak için herhalde onlarca sayfa yazmam gerekir. Bunun yerine Doktor almanağı sayılabilecek bir eser öneriminde bulunmak istiyorum. Sevgili Dostum Ahmet Kale Doktor ’un birçok eserini basmış, bununla birlikte bir Doktor almanağını da kaleme almıştı. Çalışmanın adı “Kıvılcımlı Külliyatı”dır. Kitap 2014 yılında Bilim ve Gelecek yayınlarından yayımlanmıştı.
Bu girizgâhı yaptıktan sonra Doktor üzerinden hiç de hoş olmayan hatta dezenformasyon sayılabilecek bir tartışmayı Ahmet Kale’nin internet sayfasında görmüştüm. Konuyla ilgili bir değerlendirme yazısı yazan Değerli hocamız Güney Çeğin’in dediği gibi, Kıvılcımlı’nın mirasına dönük bir tartışmazlığın tartışması vardı. Güney Çeğin’in konuyla alakalı makalesi, Ahmet Kale’nin internet sayfasından okunabilir.
Ortada büyük bir sahtekârlık, Kıvılcımlı bezirganlığı varken Doktor’un mirasını sahiplenenlerin bu duruma sessiz kalmaları hakikaten endişe verici bir durum. Doktor Hikmet Kıvılcımlı’ya büyük bir saygı besleyen bu ülkenin Komünistlerinden biri olarak bu olaya sessiz kalmak istemedim ve bu konuyla alakalı okurlarla bu makaleyi paylaşmak istiyorum.
Bir iki satır Ahmet Kale’den bahsetmezsem ayıp ederim, o yüzden fazla değil iki satır Ahmet Kale’den söz etmek istiyorum. Büyük zorluklarla Doktorun eserlerini yayımladı ve bunların okurlarla buluşmasını sağladı. Yaptığımız ikinci önemli iş; Doktorun mezarının yeniden imar edilmesiydi. Mezarın yapılmasında Ahmet Kale’nin başını etini yiyenlerden biriydim ve Ahmet’in öncülüğünde Doktor’un mezarını yeniden ihya ederken iki parsel aşağıda bulunan Sınıf sendikacılığının önder isimlerinden olan devrimci sendikacı yalınayak İsmet, İsmet Demir’i de unutmadık. Doktor’un kitabesinde bulunan ve Marks’tan Doktor’un aldığı “İnsanım insana dair hiçbir şey bana yabancı olamaz” vecizesini de koruduk.
Doktor bu vecizedeki gibi bir insan, önderdi.
Bunu anlamak için Doktor‘un Eyüp Sultan konuşmasına bakmanızı öneriyorum.
Uzun yazılar okunmuyor!
Ama Mesele Doktor olunca onu anlatmakta ancak uzun soluklu yazılarla olmak zorunda. Bunun için kusura bakmayın.
Evet ortada ilginç bir tartışma var. Birden aklıma Erdal Öz’ün Sanki Deniz Gezmiş’in ağzından yazılmış gibi kötü bir tartışma aklıma geldi. Sonrasında Erdal Öz özür dilemişti.
Doktor ne yazmışsa elimize ne geçmişse bu eserleri, makaleleri altını çizerek okumuş, Okuduklarımdan, Doktordan biriktirdiklerimi de zaman zaman dergilerde yazmış bir insanım. Doktorun hapishanede yazdıklarını hapishanelerde okudum ve tartıştım.
Doktor’un Türkiye Sosyalist hareketi hatta kendi yoldaşları tarafından da doğru anlaşılmadığı kanaatindeyim. Dolayısıyla herkesin kendine özgün bir Doktoru oldu ve herkes kendi Doktorunu konuşturdu. Külliyatı, fikirleri ortada olduğu halde Doktora her türlü iz ve yaftalar yapıştırılıp duruldu. Oysa Doktorun kendine özgün bir Determinizm anlayışı vardı. Maalesef bu doğru düzgün kavranılmadı.
Ahmet Kale’nin ortaya koyduğu şey çok önemli.
Kıvılcımlı’ya ait olmayan sözler, metinler hatta eserlerin sanki onunmuş gibi lanse edilmesi o metinler üzerinden bir politik hat, yol önerimler, çıkarımları Ustamıza büyük bir saygısızlıktır.
Ahmet Kale önemli bir iş yapıyor dedik. Onun iddiasına göre Kıvılcımlı’ya ait olduğu söylenen Komün Gücü ve Allah Peygamber isimli eserler aslında onun değilmiş. Ahmet Kale bu iddiasını bir yazı dizisiyle İnternet sayfasında belgeleriyle ortaya koymuştu. Ahmet’in burada kullandığı yöntem; Kişinin kendi yazdıklarıyla çelişkilerinin analizini yaparak bir sonuç ortaya koydu. Bunu açığa düşürmek önemli bir iştir.
Aynı şeyleri tekrar etmenin bir mânâsı olmadığından zaten konuyla alakalı olarak Ahmet Kale’nin sayfasından bu konuyla alakalı yazılar okunulduğunda durum görülecektir.
Bir insanın ardından, üstelik sadece coğrafyamız için değil dünya sosyalist hareketinin önemli önderlerinden Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın ardından yapılan bu saygısızlığı kınıyor, aziz hatırası önünde saygıyla duruyorum.
Hasan Balcı – Sokaginsesi Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
“Dört yıla yakındır Kıvılcımlı adıyla yapılan sahtekarlıkları “Komün Gücü Sahtekarlığı” başlıklı yazılarımla ifşa etmeye çalışıyorum. Bir yankı bulamamaktan yakındığım da yazılarıma yansıyor. Özellikle Kıvılcımlı izleyicilerinin ölümcül sessizliği can yakıcı boyutta. Bu konuda umutsuzluğum ve kırgınlığım artarak sürüyor.
Yazılarımda bu konunun sadece Kıvılcımlı izleyicisi olduklarını iddia edenlerin değil, tüm Türkiye sosyalistlerinin ve akademinin de sorunu olduğunu, bu sahtekarlık karşısında tavır almaları gerektiğini tekrarlayıp duruyorum.
Bu derin sessizlik ortamında nihayet akademiden namuslu bir ses geldi. Daha önce de Kıvılcımlı konusunda çalışmaları ve yazıları olan, 2022 yılında yayınladığımız “Dine ve Politikaya Dair Yazılar” kitabının çevrilmesi ve yayımlanmasına da önemli katkılar vermiş akademisyen arkadaşımız Güney Çeğin bu konuda bir yazı yolladı bize. Yazısını bu hafta yayımlıyoruz.”
Ahmet Kale
‘KIVILCIMLI MİRASI’NA DÖNÜK TUHAF BİR TARTIŞMASIZLIK HAKKINDA BİR TARTIŞMA
İnsanların çoğunda entelektüel vicdan eksiktir. Evet, böyle bir şeyi talep eden biri, en kalabalık bir şehirde çöldeymişçesine yalnız kalır gibi geliyor bana. Herkes size yabancı gözlerle bakıp arabasını ileri sürer, şu iyi; bu kötü derler; önemli saydıklarının önemsizliğini belli ettiğinizde kimsenin yüzü bile kızarmaz.- kimse size kızmaz, olsa olsa kuşkunuza gülerler. Diyeceğim şu: Büyük çoğunluk şuna ya da buna inanmayı; inandığı şeye göre yaşamayı, önceden bu inanç için ya da ona karşı en sağlam temelin bilincine varmaksızın; en azından sonradan bu temeli gösterme zahmetine girmeden böyle yaşamayı aşağılık bir şey saymaz.
(Nietzsche, Şen Bilim’den)
Yoksa “susuş kumkuması” halen Doktor’un yazgısı olmayı sürdürüyor mu?
Hikmet Kıvılcımlı’nın yaşarken bizzat tecrübe ettiği kahredici sessizliği, polemos’a yeltenmeye gücü yetmeyenlerin ona dönük bel altı vuruşlarını, ölümünden sonraki aşikâr (politik ve akademik) ilgisizliği ve kimi cemaatsel yapılarla sınırlandırılmış Kıvılcımlı portresinin yetersizliğini gayet iyi biliyoruz. Zira Doktor bu ülkede her daim cüssesinin büyüklüğünün ceremesini çekmiş bir şahsiyettir ve ne yazık ki halen de çekmeye devam ediyor.
Bu kısa yazıda, ömrünü Kıvılcımlı külliyatının topyekûn takdimine hasretmiş Ahmet Kale’nin iddiaları üzerinden -nedendir bilinmez- bir türlü açılamayan tartışma hattına ilişkin birkaç kelam etmek istiyorum. Bunu yapma nedenim/motivasyonum, salt Hikmet Kıvılcımlı’ya duyduğum saygıyla doğrudan ilgili değil, asıl olarak Türkiye sosyalist solunun en devrimci şahsiyetlerinden birinin çarpık idrak edilişine dair kemikleşmiş hataların mükerrer hale gelmesiyle alakalı.
Akademik hayatımın ilk yıllarından itibaren Kıvılcımlı’ya dair okumalar yapıp, ona dair mütevazi denilebilecek kimi çalışmalar ortaya koydum. Vefa S. Öğütle ile beraber bir makale kaleme aldık[1], birkaç gazete yazısı yazdım ve son olarak (Ahmet Kale’nin teşvik ve yol göstericiliği ve Ömür Yazıcı Özdemir ile) Doktor’un Osmanlıca kaleme aldığı kimi metinleri dilimize çevirdik.[2] Tüm bunlar o devasa külliyatın hakkını veremeyecek derekesinde tabii ki!
Peki doğrudan çalışma konum olmasa da niçin Kıvılcımlı külliyatına mütevazi bir katkıda bulunma zarureti hissettim? Cevabı lafı dolandırmadan vereyim: Doktor, Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde, Türkiye’deki yazgısına benzer şeyler yaşamış birisi olsaydı, muhtemelen hakkında sayısız inceleme, belgesel, tez ve polemik yapılmış epeyce meşhur bir politik figür olurdu; e öyleyse bizdeki bu çöl halini neye yormalı!
Bu anlaşılmaz, anlaşılmaz olduğu kadar utanç verici ahvalin ardındaki neden ve gerekçeler, Kıvılcımlı çalışan yazar ve bilim insanlarınca, yakın zamanlarda farklı savlarla ortaya konuldu. Burası bunları serimleme yeri değil, lakin benim açımdan en görünür olan şey, bir devrimci düşünürü okumaya ilişkin merceklerimizin bir hayli yavan oluşuyla ilişkili. Türkiye’deki entelektüel ve politik saha, nesnelci tefsir standartlarına müsait olmadığı gibi, husumet politikalarının inhisarında şekillendiğinden, binlerce sayfa analiz yapıp, bizatihi siyasetin yakıcı toprağında eylemiş dev bir simayı görmezlikten gelmeler bizi şaşırtmasa gerek. Ama şaşkınlığın da makul bir hududu olsa gerek! Gelgelelim daha da ilginci, elinizdeki yazının da konusu olan, Kıvılcımlı’nın Kıvılcımlı’ya ait olmayan metinler üzerinden okunmaya ve refere edilmeye devam ediyor olması. Ahmet Kale geçenlerde bir dizi yazısında yıllardır Kıvılcımlı’ya ait olduğu bilinen Komün Gücü ve Allah Peygamber Kitap adlı eserlerin başka birine ait olduğunu iddia etti.[3] Art arda yazılmış üç metinde Kale bu zikredilen çalışmaların bizzat başkasınca yazıldığını dedektif titizliğiyle ortaya koydu, hem de bizzat Kıvılcımlı adını kullanan kişinin kendi itirafları (otobiyografisi) üzerinden.
Şimdi bu açığa çıkarmanın bizim açımızdan kıymeti harbiyesi nedir? Kale’nin derdi açık: ‘entelektüel dürüstlük’ bir düşünürün mirasına ilişkin pervasızlığı hiçbir surette kaldırmaz. Etiketlemelerle, sessizlikle, önemsizleştirmelerle ya da tersinden ilahlaştırmalarla, sterilizasyonlarla, kutsamalarla müphem kılınan bir figür, kendisine ait olmayan eserler üzerinden iktibas ediliyorsa birilerinin buna karşı çıkması gerekir. Evet, durum sadece absürt değil, entelektüel veya bilimsel alanının dinamikleri uyarınca hassas yaklaşılması elzem bir mesele.
Her şeyden önce, yazı yazmak bir irade beyanıdır; yazarın dili, tarzı, fikirleri yalnızca ona aittir ve ölümle birlikte bu irade, artık kendini savunamaz hale gelir. Dolayısıyla bir başkasının onun sesini “canlandırması”, sahte bir yankıdan ibarettir. Bu tür bir edim, okuru yanıltma riski de taşır: Daha da önemlisi, yazarın yaşarken onaylamayacağı, belki de karşı çıkacağı görüşler, ölümünden sonra onun adına dile getirildiğinde ortaya çıkan metin yalnızca estetik bir sahtekârlık değil, aynı zamanda bir tür düşünsel gasp anlamına gelir. Yazarın mirasına saygı, onun fikirlerini yaşatmakla mümkündür; onun adına konuşmakla değil. Belleği yaşatmak, sesi taklit etmek değil, onu anlamak ve kendi adımıza düşünmeyi sürdürmektir.
Ahmet Kale’nin titizlikle sayfa sayfa irdelediği (Kıvılcımlı adını kullanan kişinin otobiyografisindeki) itiraflar, Kıvılcımlı’nın eserleri üzerindeki tahrifatları (onun adıyla yazılan eserleri) gözler önüne sermekte. Peki ama bu nasıl mümkün olabiliyor? Bittabi onun eserleri üzerindeki tahrifat ve göz göre göre cinayet, karşısındakilerin (politik ve akademik) yokluğuyla malul değilse, bu nasıl mümkün olabiliyor? İzleyicilerinin dayanılmaz ve katlanılmaz sessizliği; Kıvılcımlı eserleri üzerinde tahrifata yeltenenlere bir cüret vermekte belki de. Zira politik yaşamda yok sayılmanın intikamını; örselenen, gayya kuyusuna atılan, yine ve daima susuş komplosuna maruz bırakılan Kıvılcımlı adıyla almak/edinmek başka türlü açıklanamaz. Bu tahrifatı ve dâhi cinayeti Kıvılcımlı adıyla Marksist bir taktik! ve tavır alış! olarak öne sürmek ise, katlanılmaz. Şayet böylesi bir katlanılmaz hali bizatihi izleyicileri de Kıvılcımlı’yı bir susuş kumkumasına maruz bırakarak var etmediyse?
Kişiler çağında! yok sayılmanın intikamını! (Kıvılcımlı adıyla) almak/edinmek, Kıvılcımcı kesimlerin (Kıvılcımlı adını kullanarak kitap yazan kişinin sözleriyle) zaten ölü ve daha da ölü tavırlarıyla mümkündür. Zira onlar, (onun söylemiyle) Kıvılcımlı’nın özene bezene ortaya koyduğu teorik çalışmalarını anlamaktan ve (yanlışları) ayıklamaktan mahrumdular. Üstelik iyilik yapmanın kuralı mı olurmuş! Etik diye tutturmuşlar! Başka türlü yankı bulamamaktan var olanların akıllarını, duygularını deneyerek Kıvılcımlı adıyla ilerletiyordu. Dahası uyuşan beyinlerin sarsılması amacıyla Kıvılcımlı’nın genelde kullanmadığı Siklus kelimesini de kullanarak!
Tüm bu açıklanamaz tuhaflığı Kıvılcımlı izleyicileri arasındaki politik kopuş ve ayrışıma bağlamak mümkün. Yazın dünyasının hayli çorak kaldığı Türkiye arazisinde Kıvılcımlı, dikkatleri celbetmekte ne de olsa. Fakat Kıvılcımlı’nın fikri esastaki verimli mirasının sosyalist sol muhitte izleyicileri arasındaki politik ayrımlarla kuşatıldığı ifade edilebilir. Tam bu noktada Türkiye akademiyasına ilişkin de birkaç kelam etmek lazım. Kıvılcımlı, başka türlü bir akademik sahada muadilleriyle (sözgelimi Gramsci) hakkındaki literatürün oldukça geliştirildiği bir dev sima olabilirdi ki; Cumhuriyet’in fikri çoraklığında Kıvılcımlı, bir vaha görüntüsü vermektedir. Ancak akademik bariyerler, barikatlar ve bariz engeller de Kıvılcımlı okumalarının önüne bir set çekmekte. Kıvılcımlı’nın akademik alanda süreğen bir biçimde itibarsızlaştırılmaya maruz bırakılması sadece onun yadırgatıcı, keyif kaçırıcı temsiliyetiyle açıklanamaz. Zira; sosyal bilimlerin (özelde sosyoloji disiplini) devletçi prakisisin kuramsal payandacısı olarak yapılandırılması ve müdahil bir kamusal pratiğin bileşenine bir türlü dönüştürülememesi de Kıvılcımlı okumalarına engel teşkil etmektedir. Nihai olarak, Kıvılcımlı çalışmalarının önündeki engel sadece bir politik ve akademik susuş komplosu değil; sosyal bilimlerin pozitivizmle malul tedrisatıdır da. Kıvılcımlı’yı algılayış ve kavrayış evvelinde bu hegemonik paradigmanın aşılabilmesiyle mümkün olabilir. Bu bir yana, akademilerin çok parçalı iktidar yapıları karşısında “göreli özerk yapısını” koruyamaması ve neoliberal tahakkümle yapılandırılması da alternatif araştırmaların yeteri ölçüde yer bulamamasındaki başka bir barikat. Akademi pratik-pragmatik bir bilgi üretmeyen, şu an ve hemen gerçekleştirilebilir olmayan tasarımlara rağbet göstermemektedir. Bu vakıa Kıvılcımlı araştırmalarının önündeki bariyerlerden bir diğeri. Ancak sorun tek başına onun yeteri ölçüde (ki bu da başlı başına bir problematik) yeni araştırmalara dahil edilmesi değil; bizatihi çalışmalarının tahrif edilmesi ve dahi onun adıyla eserlerin yayımlanması.
Kıvılcımlı adıyla ideolojik payandalarını gerçekleştirmek isteği; Kıvılcımlı gibi dev bir simanın büyüklüğüne delalet ise de bir düşünsel acziyetin de ifadesi değil midir? Zira bu tahrifatlar ve yanlışlar Kıvılcımlı’yla veyahut Kıvılcımlı’ya karşı ama Kıvılcımlısız bir Türkiye sol tarihinin imkansızlığının ikrarı ve ilanı değil midir?
“Bir analoji”: Antik dinsel metinler bağlamında, Hikmet Kıvılcımlı’nın başına gelen şey, belki de ‘pseudepigrapha’ olarak adlandırılan ve yazarın kimliğini gizli tutarak metnini ünlü bir kişiye atfetmesi olarak tanımlanabilecek eylemle de ilişkilendirilebilir: Genellikle kilise külliyatında görülen bu eylem en başta kutsal kişilerin hedef olduğu bir talan biçimidir. İlham perilerinin başkalarının gırtlağıyla konuştukları Pseudepigrapha sahteciliği, ironik biçimde “kutsallar” içindir. Doktor açısından bakıldığında ise hem “meczub-ı ilâhi” olarak okunmaması hem de müsaade edildiğinde sadece icat edilen rotada “okunması” gereken bir “kutsal”. Türkiye’deki siyasi kampların hiçbirinin düşünce çekmecesine sığdıramadığı Kıvılcımlı’nın, aslında tarih-yazımını manipüle edebilecek kalibrede bir saklı-müfredat olduğunun üstü kapalı bir ifadesi olarak da değerlendirebiliriz bunu. Hakkı teslim edilmeyecek kadar talan edilmiş, tac-ı devlet tedarikçisi olacak kadar da yükseltilmiş bir Doktor.
Son olarak şunu ekleyerek yazıyı bitirelim: Varsayalım ki, Kıvılcımlı’ya ait olduğu iddia edilen iki çalışma hakikaten Doktor’a ait olsun ve Kale’nin işaret ettiği şahıs da bu iki çalışmayı (sonradan yazdığı otobiyografisinde) kendine temellük etmiş olsun. O zaman Doktor’un politik tilmizlerinden tutun Türkiye solu tarihi çalışan onca insanın bu mesele üzerine gitmemesi nasıl bir ihmalkarlıktır! Ve dahi burada tilmizlik nasıl bir hâleti ruhiyeye tekabül etmektedir!
Bilindiği üzere her hafta cuma günleri hem web sitemizde, hem de sosyal medyada Kıvılcımlı ustamızla ilgili bir yazı ya da video paylaşıyor ve bunu Göksal Caner Malatya arkadaşımla imzalıyorduk. Bu hafta Caner arkadaştan izin alarak sadece kendi imzamla bir yazı paylaşacağım.
Bundan üç yıl önce Bilim ve Gelecek Dergisi’nin 1 Mart 2022 tarihli sayısında KOMÜN GÜCÜ VE ALLAHPEYGAMBER-KİTAP KİTAPLARI ÜZERİNE YENİ BİR DURUM başlıklı bir yazı yazmıştım. 2,5 ay sonra 10. 06. 2022’de BİR KEZ DAHA KOMÜN GÜCÜ VE APK ÜZERİNE başlıklı aynı konulu bir yazı daha yazdım ve onu da sadece sosyal medyada paylaştım. Her iki yazıyı da bu yazıya ek olarak aşağıya alacağım.
Aradan 2,5 yıl geçti. Ben bir daha o konuya yazılı olarak dönmedim ama rastladığım herkese, her yerde bu konudaki görüşlerimi aktarmaya devam ettim ve bu sahtekarlığa topyekun karşı durmamız gerektiğini söyleyip durdum. Söylemekten geri durmadım ama yazılı olarak ısrarlı olmama yanlışımı ve açtığı sonuçları da açık yüreklilikle kabullenmem gerek.
Yukarda andığım ve bu yazıya eklediğim önceki iki yazımda özet olarak: “1999 ve 2000 yıllarında Süleyman Şaşmaz ve çevresi tarafından Dr. Hikmet Kıvılcımlı imzasıyla yayınladıkları kitaplarla ilgili bana ulaşan bilgileri paylaşıyor, kitapların Kıvılcımlı imzasıyla yayımlanmasını sahtekarlık olarak nitelendiriyordum. Bu konuda önemli tanıklıkların olduğunu, Kıvılcımlı izleyicileri olarak bu konuyu açıklığa çıkarıcı tartışmalara girmemiz gerektiğini” yazıyordum. Ayrıca konu tartışıldıkça bana ulaşan belgeleri de paylaşacağımı ekliyordum. Bu tartışmalar sonuçlanana kadar da Komün Gücü kitabını 2013’te tekrar yayınlayan Sosyal İnsan Yayınları ve 2018’de bir kez daha yayınlayan Derleniş Yayınları’na da kitabın satışını durdurmaları çağrısı yapmıştım. Adı geçen yayınevlerinden biri hiç duymamış gibi davrandı, diğeri ise pazarlama görevlisine bana küfrettirerek seviyesini gösterdi.
Aradan geçen 2,5 yılda ben büyük bir yanlış yaparak konuya tekrar dönmedim ama bana göre sahtekarlık kesindi. Elimde bana göre önemli yazılı belge de vardı. Ben yazıp teşhiri sürdürmeye devam etmeyince çapsızlara meydanı boş bırakmış oldum. Olanları da özetleyip belgelemeye geçeyim.
İlk yazımdaki tahminlerim doğru çıkmıştı. S. Şaşmaz ve yakın çevresi yaptıkları ortak sahtekarlığın suçluluğuyla sus pus oldular. Bu konuda tek kelime etmediler. İçlerinde eskiden bana yakın davrananlar da sessizce ilişkilerini kestiler. Bu doğaldı. İşledikleri neredeyse cinayet olan bu suçtan dolayı susmak zorunda hissettiler kendilerini. Ancak ben iddialarımı yazmakla kalmamış, kendini Kıvılcımlı izleyicisi sayan kimi gruplarla hem de önderleri düzeyinde görüşüp, onlara ortak ifşa da önermiştim. Buna yanaşmadıkları gibi, yıllardır sahtekarlığın sürmesine sessiz kalarak destek olma durumuna düştüler.
Bu konuda en gayretli olanlar da kitabı 2013’te yeniden yayınlamış olan Sosyal İnsan Yayınları oldu. İlk yazımdan sonra bana küfretmiş olmanın ezikliği içinde bu defa S. Şaşmaz’ı aklamak için ortalığa döküldüler. Önce “Biz Komün Gücünün orijinal metnini gördük” yalanını yaymaya çalıştılar, tutmadı. Sonra S. Şaşmaz’ın suç ortaklarını dolaşıp bilgi almaya çalıştılar. Beylikdüzü’nü, Bursa’yı gezip, sahtekarlıkta Şaşmaz’a birinci elden destek olanlarla görüştüler. Görüştükleri yeminli Şaşmazcılar elbette ağız birliği ile “Süleyman çok dürüst adamdır, yapmaz öyle şeyler. Metin Kıvılcımlı’nın diyorsa öyledir” deyip beni çekiştirdiler. Yetmedi yayınevi sahibi ve küfürbaz pazarlama görevlisi kalkıp Fethiye’ye gittiler. Orada orman içinde bir barakada meczup-inziva yaşantısını sürdüren S. Şaşmaz’la görüşmeye bile gittiler. Ben görüşemediklerini duymuştum ama onlar “Süleyman’la görüştük: asla öyle bir şey olmadı, metin Kıvılcımlı’nın” dediğini yaydılar. Nihayet bunlar da yetmedi, sağda solda “Ahmet Kale yazdıklarına pişman olmuş, beni kandırdılar diyormuş” kuyruklu yalanını söylemekten de utanmadılar.
Ben yazdıklarımdan değil, yazmayı ve teşhiri yeterince kuvvetli ve sürekli yapmadığımdan pişmandım. Kıvılcımlı izleyicileri, belki de tüm sosyalistler bu sahtekarlığı ciddiye alıp, tartışır, ben de elimdeki yazılı belgeyi yayımlarım diye düşünmüştüm. Hiç kimse üzerinde durup tartışmayınca da hayal kırıklığı içinde “hay sizin doktorculuğunuza…” deyip konuyu kendi işlerim arasında rölantiye almıştım. Yapmamalıymışım. Bu yazı pişmanlığımı gösterir. Kimse tartışmasa da ifşaya devam etmeliymişim.
Gelelim bugünkü ifşamıza:
“Konunun tartışılması sürecinde iddialarımızı belgeleyecek durumdayız” demiştim. Hiç tartışılmadığı için bekledim. Yukardaki bel altı vuruş girişimlerinden başka iki konu daha beni harekete geçiren şeyler oldu. Yakın zamanlarda bir akademisyenin yazdığı uzunca bir makalede (Muhammed İnal; Hikmet Kıvılcımlı Üzerinden Din ve Sosyalizm Diyaloğu) Komün Gücü ve APK’yı önemli referanslar olarak görüp, Kıvılcımlı adına övüyordu. Demek ki teşhirimiz fazla yere ulaşamamıştı. İkinci konu ise: Bazı iyi, bazı kötü niyetlilerin yaymaya çalıştığı “Kıvılcımlı tam gündeme biraz girmişken, akademinin ilgisi az biraz artarken, A. Kale’nin bu türden ifşası Kıvılcımlı’nın itibarını zedeliyor” söylemiydi. Bu söylemi söyleyenlere de dinleyenlere de fazla sözüm yok. Son 20 yıldır, en zor ve yoksun şartlarda Kıvılcımlı’yı yaymaya çalışan, bugüne kadar akademik ortamda yazılmış olan 10 adet tezin 7’sinde kendisine teşekkür yazısı bulunan A. Kale için “Kıvılcımlı’nın itibarını zedeliyor” demek vicdanla, izanla bağdaşır mı?
Buyurun belgeyi:
Daha 2022 Mart ayında ilk yazıyı yazdığımda aşağıda alıntılayacağım belge elimdeydi zaten. Bu belge Süleyman Şaşmaz’ın 8 Aralık 2001 tarihinde başlayıp, en son 11 Haziran 2005 tarihli notla biten Biyografi denemesi. Tarihler konarak günlük biçiminde yazılmış bu biyografi 3 bölümden oluşuyor:
1.Bölüm 70 sayfa; daha çok siyasi notlardan oluşuyor. Sahtekarlığın itiraf edildiği paragraflar bu bölümden.
2.Bölüm 56 sayfa; neredeyse tamamını kendi sağlık sorunlarına ve aile ilişkilerine ayırmış, ekstrasistol(kalp teklemesi)ünden, kalp muayene ve tetkiklerinden uzun uzun söz etmiş. Konumuzla ilgili bir şey yok.
3.Bölüm klasik biyografi denemeleri gibi. 9 Ocak 1948’de doğduğundan başlayıp, kendini, ailesini, kökenlerini, yetişmesini, okul yıllarını anlatarak başlıyor. Ağabeyi Ruhan, kardeşi Güngör’den, Şükem dediği eşinden, Vatan ve Gelecek isimli oğullarından ve ilişkilerinden söz ediyor. Uzun yazılar biçiminde köy gezilerini öykülemiş. Yediburunlar, Faralya, Uzunyurt vs. Bu bölüm de bizim ilgimiz dışında. Konuyla ilgili bir şeyler bulabilir miyim diye dikkatle ve sıkılarak okudum 2. ve 3. Bölümleri.
İfşamıza konu olan itirafların tamamı birinci 70 sayfalık bölümde. Bu bölümü tarayarak bulduğum 15 maddelik, 22-23 paragrafı, imlasına ve yazım yanlışlarına dokunmadan, yazıdaki sayfa numaralarını da vererek aşağıda sıralıyorum (Maddelerdeki majisküllerin tamamı bana aittir.):
“1- Usta adına bastığım kitaplar meselesi … (14 Aralık 2001)
“Taif Taşlamalarına karşı kitaplarım:
“Ben kolay unutamam: çok acı günlerimdi. Benim Taif taşlanmam yılları aldı. Kıvılcımlı gibi . Taif Taşlanışımın yılları : çocuklarımın ve arkadaşlarımın bile bana yaklaşmamaları veya anlamamaları yıllarıdır. Ve Şükemin(eşi) bile bana sırt çevirişidir. Sana olan inancımı yitirdim dedi,bir gün. Benim Taif‟ taşlanışımın ne anlama geldiği buradan belli. Ama onlar bilmeden bilerek bana taş ve dedikodu ve kötülük atsınlar; beni sınasınlar dedim ve cevabım yaman oldu : ALLAH PEYGAMBER KİTAP İLE KOMÜN GÜCÜNÜ ÇIKARDIM. Taşa karşı yeni kitap saldırıları yaptım. Ve yine taşlar aldım. Fakat böyle böyle ilerledim de.” (Sayfa 7)
2-“Elimde yeryüzünde şimdiye kadar rastlanmış en güçlü keşiflere ve onların işleniş gücüne sahip bulunuyordum : üç keşifli teorim 1998 projesinden sonra üçüncü keşfini ortaya koymuş dolu dizgin gelişiyordu . Şu doktorcuları – kıvılcımlı sempatizanlarını bir yoklayayım dedim . Hayır çıkmayacağını bilemeyecek bir durum yoktu . Ama çaresiz ki , kişiler çağındaydık ve her kişi varyasyonuna değer vermem , onların ne durumda olduklarını okkalı bir taktikle ölçmem gerekiyordu . Elimdeki teori müthişti ama onu anlatabilecek araçlardan yoksundum . Henüz anlayabilecek durumda da değillerdi . Ne var ki onlara da ulaşmalıydım . Bu teori daha ortaya çıkarken bile her eve girebilecek bir bilim yapısına bürünen bir gidişi olmuştu . Bunu sanki teorinin kendi özel doğuş – oluş karakteri kendiliğinden belirliyor ve beni de bu taktiklere sürüklüyordu .
“Elinde böyle bir teori olan kim olursa olsun benim yaptığımı yapmak üzere yönelmek zorunda kalırdı. Teorinin gücü her şeyden üstündü, teori kendisini duyurmak istiyordu . Ben buradayım dercesine kendisini daha müsfette durumundayken yayınlatmanın yollarını bulup açıyordu . Elimde Kıvılcımlı‟nın yaşasaydı nasıl düşünebileceğine ve benim ulaştığım teoriye nasıl ulaşabileceğine dair notlarım – eskizlerim ve neredeyse ayet gibi ezberlediğim formüllerim vardı. Onları, onlarca yılda binbir pratik içinde deneyerek edinmiştim . Ve son yıllarda da boyuna geliştirip zenginleştirmiştim . Zaten taktiğim yıllardan beri bende hazır bulunuyordu . KISMET 1999 – 2000 YILINAYMIŞ. BÜTÜN ÇALIŞMALARIMI GÖZDEN GEÇİRDİM . KIVILCIMLI YAŞASAYDI BENİM BUGÜN ULAŞTIĞIM TEORİYE NASIL ULAŞABİLİRDİ SORUSUNUN YANITLARINI , İKİ CİLTLİK ARAŞTIRMAYLA VERDİM : BENİM KONUMU SANKİ KIVILCIMLI İŞLİYORMUŞÇASINA , KIVILCIMLININ AĞZINDAN İŞLEDİM . OTURUP TEKRAR TEKRAR TASHİH ETTİM .
“KONUYU , BİRKAÇ ARKADAŞIMA AÇTIM . H. A böyle aykırı – genel kanıya ters düşen taktiklerden haklı olarak çok çekiniyordu . Onun dışında gençler bu tür taktikleri , gelişmeyi görmek arzularıyla destekliyorlardı .
“Kıvılcımlı kutsallaştırılmıştı , onun adına böyle bir şey yapmak benim linç edilmeye bile bile boynumu uzatmam demekti . Fakat gelişim bizde hep böyle koç başıyla kapıları zorlamaktan geçebiliyordu . ben zaten kararımı vermiştim, karşımdakiler zaten ölüydüler ve daha da öleceklerini çok iyi biliyordum . KİTAPLARI ARDI ARDINA YAYINLADIM .” (Sayfa 8)
3-“16 Aralık 2001 : Din – Komün – Çekirdek altı :
“Besbelliydi : bastığım bu kitaplar başıma bela olacaktı. Ama hep güvendiğim şuydu : yaptığım büyük bir iyilikti : böyle kitapları oturup kim her gün yazabiliyor ? Usta bile , kutsallaştırma prosesini bildiği halde çekirdek altı kanunları eline geçemedikçe , kutsallaştırma prosesini bir bütün olarak ele alamamıştı . Yaşasa elbette düşünce sistemi oraya gidiyordu .
“Komün Gücü de öyle : şu benim ünlü formülüm ortaya çıkamadıkça , USTA BİLE , KOMÜN GÜCÜNDEKİ SENTEZLERE ULAŞAMADI . Ve komünü hep sınıflı toplumlar ile güreşi açısından ele almayı geliştirebildi . Oysa gerçek çok daha muhteşem ve derinlerdeydi :
“ÖZENE BEZENE İKİ YIL ÇALIŞTIM : ONUN SATIR ARALARINDAKİ DİLİYLE , ONUN DÜŞÜNCE SİSTEMİYLE YAZDIM . Kendi yazılarımı çok daha kolay yazıyordum . bu iki kitabı , çok daha zor yazdım .
“Yine de ustanın kendi mantığı içinde benim ulaştığım mantığa bir miktar ulaşabilme olanağı vardı . Bu iki kitap ile onları denedim . BİRKAÇ YER HARİCİNDE , ONLARIN BANA AİT OLACAĞINI SEZEN OLAMAZDI . ÇÜNKÜ YAZILARIM VE KONUM ÇOK GÜÇLÜYDÜ . USTANIN ASLA ULAŞAMADIĞI BİR YERDEN ONUN KONUSUNU YAZIYORDUM . Okuyanların rüyaları bile o konulara ulaşamazdı . zaten kim konunun derinliklerine inebilmişti ki . benim teorimi kavrayabildikleri zaman bunu düşünebilirlerdi . Fakat o zaman da sadece onlara ve herkese bir iyilik yapmış olduğumu anlayacaklardı . VE BEN BUNU HİÇBİR ZAMAN İTİRAF ETMEYECEKTİM .” (Sayfa 9)
4-“Bu salaklar için neler yaptım . KIVILCIMLI ADINA BASTIĞIM EMEKLERİM . Hepsi domuz gibi biliyorlar . Ama kafaları almıyor ki . Okusunlar da ayıksınlar istiyorum . Yapamıyorlar .” (Sayfa 23)
5-“Ocak 21 . Usta adına yazdıklarım : Yaşamayan bilemez : ne günlerdi benim için : yaşamayı ölümle bilemek benim kendimce işlediğim bir komüncül sanatımdı . Hiçbir kurala saplanmazdım : iyilik yapmanın da kuralı mı olurmuş ; Neşecik , ve başkaları ETİK diye tutturmuşlar : iyilik yapamayan iyilik yapan eli ısırır ancak : Isırsınlar ; bende ne çok el var : ŞU KIVILCIMLI ADINA YAZDIĞIM KİTAPLARI USTA ADINA BASMASAYDIM NE OLURDU ? Hayır başka türlü yankı bulamadım o gün . O günü yaşamayan bilemez . Onu denemeliydim . Varolanların akıllarını duygularını deneyerek ilerliyorum . bilim deney demek . şimdi rahatım işte . Bunun bedelini de ödemeliydim . sabır etsem ne olurdu ? bekleyemezdim . çünkü ilerleyemezdim o zaman . tarihi biraz itelemeliydim . Hep öyle yapıyorum . sanki biraz daha dikkatli mi olsam ?
“Fikret , bir ara şöyle dedi : ben komün gücünü daha doğru buluyorum ; seninkiler ters gelmeye başladı . Anlaşılmıyor falan . KOMÜN GÜCÜNÜ DE BENİM YAZDIĞIMI BİR ÖĞRENSE . İşte acıklı halimiz bu . demek böyle karşıma gelecekler ileride . Olsun bir adım ilerliyorlar ya . Kıvılcımlıyı bana karşı çıkarıp adam olacaklar . çıkarsınlar ; şenlik olsun ; ben kuşatayım da.” (Sayfa 30)
6-“Bizim doktorcu geçinen salakçıkların dikkatini çekmek için ÖZELLİKLE SİKLUS LAFINI KULLANDIM . ki o uyuşmuş beyincikleri sarsılsın da ters yönden küfür ile zikr etsinler diye . Anladılar mı ?” (Sayfa 40)
7-“ALLAH PEYGAMBER KİTABI USTA ADINA YAZARKEN , onun mantığı içinde onu bana doğru geliştirip insanların mantığını bana kaydırmaya çalıştığımda ; bütün ayetleri tek tek etüt ettim : ne kadar çok benziyoruz ; büyük ibret . “ (Sayfa 41)
8-“Bak : Bilim ve Ütopya şubat ayında KIVILCIMLI ADINA YAZDIKLARIMI vermiş. (Sayfa 48)
9-“Apo bizim Allah Peygamberi okumuşmuş . Demir Apo dalkavuğu . Kitabın hemen kıvılcımlının olduğuna karar vermiş . Apoyu bu vesileyle övüyor . Türkiyede bir Kıvılcımlı bir de Apo çıkmış : orijinal teorisyenmiş .KİTABIN BANA AİT OLDUĞUNU BİR BİLSE NE DİYE YAZACAK ACABA ?” (Sayfa 51)
10-“13 Mart : Şu bizim Komün Gücü : cinayetlere peçe yapılmaya çalışılıyor.
“İbrahim telefon etti : Demir , Komün Gücünü okumuş , Kıvılcımlının tamamlanmamış eseri olarak selamlamış.
“… (Demir)Komün Gücünden hiçbir şey anlamamış . ORADA ÖZELLİKLE DÖNÜP DÖNÜP ANLATTIĞIM VE KIVILCIMLI ADINI KULLANARAK ÜZERİNE BASTIĞIM EN TEMEL ŞEY : Toplumun çekirdek altı kanunlarıydı . SADECE KULAĞI TERSTEN GÖSTEREREK İŞİ BİRAZ BENDEN ÇIKARIP , KIVILCIMLI YAŞASAYDI KENDİ MANTIĞIYLA BURAYA VARACAKMIŞÇASINA DOĞAL BİR HALE GETİRMİŞTİM . yazık : aradan iki yıl geçti.” (Sayfa 54-55)
11-“İbrahime sordum : yahu bu KİTAPLARI USTANIN ADINA YAYINLADIĞIMA neredeyse pişman oldum . ne dersin dedim ? Yok dedi , eğer kendi adına yayınlasaydın , bunlar ve benzerlerinde hiçbir yeni düşünce dosyası açamazdık ; hiç olmazsa şimdi böyle bayağı yoldan da olsa , yeni bir dosya açtılar gelişecekler ve başkalarını da etkileyecekler . Nasıl olsa zamanız var ; dönüp dolaşıp iş bize dönecektir.” (Sayfa 55)
12-“Memetçik öyle değil . Rıza ile ona İNSANLAŞMA kitabımı göndermiştim . Okumuş belli . Ve nihayet iki yıl sonra doğrudan birey olgusuna girmiş . BENİM KOMÜN GÜCÜ VE ALLAH PEYGAMBER EMEKLERİMDEN yararlanmış. KIVILCIMLI ADINA BASTIĞIM BU EMEKLERİM , en acılı zamanımda geceli gündüzlü onların ağzına göre yazdıklarımdı . Yalnızlığım ve çaresizliğim henüz son bulmamıştı . Hadi dedim : bir de böyle bir taktik deneyeyim : KIVILCIMLI YAZMIŞ GİBİ ONUN AĞZINDAN ONLARA SESLENDİM . Belki okurlar , bir başlıkçıktan olsun biraz bir şey anlarlar . Hadi beni okusalar bile benim yoluma giremiyorlar . Bari Kıvılcımlı yoluna girerek bana ulaşabilirler . Öyle olacaktır sonunda ama ne zaman ? aradan tam iki buçuk yıl geçti . Bizimkiler hala uyanamadılar . Memetçik nihayet KIVILCIMLI‟ da BİREY meselesini aramış ve bulmuş : KOMÜN GÜCÜ VE ALLAH –PEYGAMBER – KİTAP EMEKLERİMİZDEN ALINTILAR YAPMIŞ.” (Sayfa 63)
13-“Onlar kör ve duçar kaldılar . Eski bir tür olarak ölüyorlar . zavallılaşıyorlar . Buna dayanamadım . Onlara KOMÜN GÜCÜ – ALLAH PEYGAMBER KİTAP GİBİ ÇALIŞMALARIMLA yok canımla yardım ettim.” (Sayfa 62)
14-“Ama adım adım ilerliyorum . Şu son iki yıldır hiçbir gerilemem olmadı . Adım adım istikrarlıca ilerliyorum . KOMÜN GÜCÜ – ALLAH – P – K „TAN SONRA İŞLERİM AÇILDI . Doğum başladı.” (Sayfa 64)
15-“Komün Gücü ve Allah Peygamber Kitap ile yeni bir atak yaptım.
“Denklik Yasasını formüle edip demlenmeye bıraktım.” (Üçüncü bölüm sayfa 58)
Üç bölümü toplam 222 sayfa eden metin daha dikkatli incelenirse başka cümleler de bulunabilir belki. Bana göre bu itiraflar suçu yeterince kanıtlıyor. İlk yazımın sonunda olduğu gibi, burada da bundan sonra olabileceklerle ilgili tahminlerde bulunayım:
-Süleyman Şaşmaz ortalarda yok zaten. Olanları ve olacakları da çok fazla umursadığını sanmıyorum. Ama yakın çevresinde olup da ona suç ortaklığı edenler ya susmaya devam edecekler ya da iftiralara yönelecekler. En büyük ihtimalle de böyle bir metnin olmadığını, olamayacağını, sahte olduğunu öne sürecekler. Bunun için alıntılar yaptığım sayfaların fotoğraflarından bazılarını da bu yazının sonuna ekleyeceğim. Ayrıca; Şaşmaz’ın doğum tarihini, abisi ve kardeşinin isimlerini yazdım, inkar edilirse, yazıda geçen bütün yakın çevresinin, sırdaşlarının isimlerini de paylaşırım. Kendisinden başka kimsenin bilemeyeceği ayrıntılar var metinde. Gerekirse onları da yazarım ama konum sahtekarlık. Ayrıntılara boğulmak istemem.
-Kıvılcımlı izleyicilerinden fazla bir beklentim yoktu ama bu kadar sessizlik de dayanılmaz artık. Kıvılcımlı izleyicileri bu kadar duyarsız olursa dışımızdaki sosyalist çevrelerden tepki beklemek de çok gerçekçi değil.
-Kitabı daha sonra yayımlayan ve benim “şu tartışma sonuçlanana kadar kitapları piyasaya sürmeyin” önerisinde bulunduğum iki yayınevine gelince: Derleniş yayınları, kendileri dışında kimsenin doğru bir şey yapamayacağına iman etmişçe kör davranıyor. Bu doğru değil. Konu Türkiye sosyalizminin ustası üzerinden yapılmış bir sahtekarlık iddiası. Daha iddiayı ortaya attığımda örneğin Mustafa Şahbaz benden bilgilenmek isteseydi, sadece ustama saygımdan paylaşırdım bildiklerimi.
-Sosyal İnsan Yayınları ise yayınevi olarak bir ağırlık taşımıyor artık. İlk yazımdan sonra görevlinin bana savurduğu küfür ve hakaretle yetinmeyip dedikodu ve yalanla bana saldırdılar. Küfür ve hakareti misliyle iade eder geçerdim ama tekrar edeyim konu ben değilim, ustamızın üzerinden yapılmış bir sahtekarlık. Süleyman ve çevresi susuşla geçiştirmeye çalışırken bu yayınevinin cansiperane bir şekilde savunup, üstelik küfür ve yalanla bana saldırması görevliye yakışsa da yayınevi sahibi H. Atahan’a yakışmadı. Böyle bir durumda benden bilgi istese yine ustamın hatırına paylaşırdım.
Sonuç olarak:
İtirafları paylaştım. S. Şaşmaz ve yakın çevresi ustamızın adını kullanarak sahtekarlık yapmışlar. Bunu bütün yakın çevre biliyor. Yazıda Şaşmaz’ın kendisi yakın çevre ile ilgili çok şeyler paylaşıyor. Ayrıca daha uzak çevre denebilecek tüm tanınmış doktorcular için de ağır hakaretler de içeren değerlendirmeler yapıyor.
Tekrar edeyim. Kitapların içeriği şu anki konum değil. İçeriklerine katılan arkadaşlara bile sorayım: Bu sahtekarlık hiç içinizi acıtmıyor mu? Görüşleri doğrultusunda işkenceler gören, hapis yatan, kaçak yaşayan hatta ölenleri olduğu, Türkiye sosyalizminin önderi gördüğümüz birinin isminin gerekçesi ne olursa olsun böyle bir sahtekarlığa alet edilmesi içinizi hiç mi acıtmıyor?
Alıntıları paylaştım. Benim açımdan sorun kalmadı. Bu iki kitap (Allah Peygamber Kitap ile ilgili görüşlerimi ilk yazımda yazmıştım) Kıvılcımlı eserleri listesinden çıkarılmalı, satıştan çekilmelidir. Ben her mecrada, her alıntı yapana uyarılar yapmaya, bu eserlerin sahte isimle basıldığını ve Kıvılcımlı’ya ait olmadığını açıklamaya devam edeceğim.
Bu konuyu samimice tartışmak, sahtekarlığa karşı durmak gibi bir derdi olmayanlar benden metin falan istemesinler. İşte metin ortada, alıntılar ortada. İnanıp inanmamak size kalmış. Usta adına yapılmış bu cinayeti bile önemsememiş olanların bana güvenip güvenmemesinin hiçbir kıymeti yok.
Bu yazımı okuyan sevgili Türkiye sosyalistleri: Konu sizleri de ilgilendiriyor, sizler de konuya dahil olmalısınız bence. Kıvılcımlı hepimizin değeri.
Kıvılcımlı izleyicisi arkadaşlar; bu konuda susmaya, ya da çeşitli komplekslerle bana saldırmaya devam edenler: Konu ben değilim, konu Süleyman Şaşmaz ve yakın çevresinin Kıvılcımlı üzerinden yaptıkları sahtekarlık. Ya usta Kıvılcımlı’nın uğradığı bu haksızlığa karşı duracaksınız ya da istemeseniz de sahtekarların yanında yer alıp gizli Şaşmazcı olacaksınız.
Benim açımdan konu burada kapanıyor. Sahtekarlığı teşhir için elimden geleni yaptım ve ciddi mecralarda yapmaya devam edeceğim. Ucuz saldırılara kalkanlar umutlanmasınlar, onlar gizli ya da açık Şaşmazcı, Ben Kıvılcımlıcıyım.
Ahmet Kale
06.03.2025
Ekler:
Birinci yazım: Komün Gücü Ve Allah-Peygamber-Kitap Kitapları Üzerine Yeni Bir Durum (01.03.2022)
İkinci yazım: Bir Kez Daha Komün Gücü Ve APK Üzerine (10.06.2022)
Alıntıları yaptığım bazı sayfaların fotoğrafları.
Komün Gücü Ve Allah-Peygamber-Kitap Kitapları Üzerine Yeni Bir Durum
Yıllardır Hikmet Kıvılcımlı’nın eserlerini yayıma hazırlayan, yayımlayan, yayımına katkıda bulunan Ahmet Kale, Kıvılcımlı imzasıyla yayımlanan ‘Komün Gücü’ adlı kitabın Süleyman Şaşmaz tarafından yazıldığını öğrendiğini, bu bilginin gerekirse tanıklıklarla belgeleneceğini söylüyor ve bir sahtekârlığı ifşa ediyor. Kale’nin ‘Allah-Peygamber-Kitap’ adlı kitap hakkında ise görüşleri farklı. Öyle gözüküyor ki, Kıvılcımlı’nın çilesi daha bitmemiş…(Bilim ve Gelecek)
1999 ve 2000 yıllarında Bumerang ve Tarih Bilimi Yayınları tarafından Dr. Hikmet Kıvılcımlı imzasıyla 2 kitap yayınlandı: 1999’da Allah Peygamber Kitap, 2000 yılında da Komün Gücü başlıklı kitaplar. Bu iki kitaptan özellikle Komün Gücü başlığı ile yayınlanan kitap Kıvılcımlı izleyicileri arasında tartışmalar yarattı. Genel kanı kitabın Kıvılcımlı’ya ait olmadığı, kitabı yayına hazırlayan ve önsözünü yazan Süleyman Şaşmaz tarafından yazılmış olabileceği idi. S. Şaşmaz ve çevresi de gizemli tavırlar takınarak bu kanıyı beslediler. Örneğin kendilerinden defalarca bu kitaplara esas olan metnin orijinali sorulduğunda “Emine Kıvılcımlı’dan Ahmet Cansızoğlu eliyle bize daktilo metin geldi, biz de o pelür kâğıtlardan bastık, metni de saklamadık, ne varsa basılı kitaplarda” diyerek kuşkuyu artırdılar. Buna rağmen kitaplar yayıldı, başka başka yayınevleri tarafından yeni baskıları yapıldı. Üzerlerine seminerler, paneller, youtube çekimleri yapıldı, tezlere konu oldu. Ancak bütün bu yayılmalara rağmen özellikle Komün Gücü kitabı üzerindeki kuşku ve tartışmalar süregeldi. Uzatmadan bu yazının yazılmasının sebebine geleyim. Gerekçeleri ve içinde bulunduğumuz durumu yazının devamına bırakayım. Kıvılcımlı’nın ölümünün 50. yılı dolayısıyla İstanbul’da olduğum günlerde eskiden S. Şaşmaz çevresinde olan kimi arkadaşlar ısrarla beni arayıp görüşmek istediler. Görüştük. Bana önce Kıvılcımlı’nın tanıtımındaki gayretlerim için takdirlerini belirttikten sonra “arkadaş sen bu Komün Gücü ve Allah Peygamber Kitap eserlerinin Kıvılcımlı’ya ait olduğuna emin misin ki özellikle Allah Peygamber Kitap için bu kadar gayretle tanıtım yapıyorsun?” diye sordular. Ben de onlara özellikle Komün Gücü ile ilgili kuşkularımın sürdüğünü ama Allah Peygamber Kitap için Allah’ın adları ile ilgili bölüm dışında bir kuşkum olmadığını söyledim. Görüşmemiz hem uzun sürdü hem de daha sonra birkaç kez daha görüştük. Özetle bana söylenenler şunlardı: “Kitapların basıldığı yıllarda S. Şaşmaz çok güvendiği 5 kişiyi Bursa’da toplayıp onlara ‘Arkadaşlar birkaç yıldır görüşlerimizi yayacak kitaplar, broşürler yazıp durduk ama bir yaygınlık sağlayamadık. Ben yeni bir taktik geliştiriyorum, görüşlerimi iki kitapta toplayıp onları Hikmet Kıvılcımlı imzasıyla yayınlamak istiyorum. Ben üslubu öyle güzel taklit ederim ki kimse anlamaz. Böylece Kıvılcımlı’yı okuyoruz diye beni okurlar ve görüşlerim yayılmış olur. Sizler de bunun tanıkları olacaksınız’ der. Bu taktiğe, katılanların bazıları cılız itirazlar getirse de sonunda taktik uygulanır ve kitaplar Kıvılcımlı imzasıyla basılır. Hatta Allah Peygamber Kitap için önce ‘İslam Tarihinin Maddesi’ ismi düşünülür ama baskı aşamasında şimdiki ismiyle basılır.”
Doğal olarak arkadaşlardan bu dediklerini belgelemelerini istedim. Arkadaşlar, bu konuda çok fazla tanıklığın olduğunu, o zaman yakın çevre olan 10-15 kişinin hepsinin bu konuyu bildiğini, kendilerinin ve bazı başka arkadaşların ulaşıldığı ve sorulduğu takdirde bu konuda tanıklık etmekten kaçınmayacaklarını söylediler. “S. Şaşmaz’ın o zamanki yakın çevresi biliniyor ve hepsi de yaşıyorlar. Kolaylıkla ulaşılıp tanıklıkları istenebilir. Kimileri hâlâ imanlı bir şekilde Şaşmaz’a bağlı davranabilir ama devrime ve Kıvılcımlı’ya karşı sorumluluk duygusu daha ağır basan arkadaşlar vardır ve bunlar tanıklığa da gerekirse belgelemeye de hazırlar” dediler. Söz konusu olan kitaplardan Allah Peygamber Kitap için yazımın sonunda ayrı bir değerlendirme yapacağım. Öncelikle çok tartışılan Komün Gücü için yazayım. Kitap 2000 yılında “2000 yılı armağanıdır, lütfen kabul buyurunuz” gibi ciddi olmayan bir cümleyle sunulur. S. Şaşmaz’ın yazdığı önsözde de “… Kıvılcımlı 30 yıl öncesinde iki binli yıllarda işimize yarayacak bir armağan gönderiyor bize…” denerek metnin yazılış tarihi olarak da 70 yılları işaret edilir. Kitabın içindeki konulara, onların değerine ya da değersizliğine girmeyeceğim. Onlar ayrı bir inceleme ve tartışma konusu. Ancak yazarının itiraflarına göre eğer bu kitap öyle olmadığı halde Kıvılcımlı adına yayınlandıysa değeri falan kalmaz bence. Kıvılcımlı gibi bir sosyalizm ustasını böyle bir sahtekârlığa alet etmenin tartışılır ve bağışlanır bir yanı olamaz. Kendine ve tezlerine güvenmeyen birisi güvenlik ya da başka gerekçelerle mahlas dediğimiz takma isim kullanabilir elbette. Ama bunu tüm hayatı sosyalizm mücadelesi içinde geçmiş, sosyalizm literatürüne katkılarda bulunmuş bir ustanın adıyla yapmak ciddi bir sahtekârlıktır, ayrıca da ağır bir suçtur. Bunu yapan, bunun yapılmasına tanıklık edip 20 yılda hiç sesini çıkarmayan hatta 20 yıl sonra bile sorulduğunda sosyalizme ve Kıvılcımlı’ya değil de kerameti kendinden menkul birine bağlılık göstererek sahtekârlığı inkâr edenler de bu suçun ortaklarıdırlar. Kitabı Kıvılcımlı’nın adıyla basma gerekçesi olarak, “şimdiye kadar yazdıklarımız bir yankı getirmedi, Kıvılcımlı imzasıyla yayınlarsak, millet onun diyerek benim görüşlerimi okur ve bana gelirler” denmiş. Ayrıca “ben üsluba hakimim öyle taklit ederim ki doktorcular bile anlayamaz” diye açıklanmış. Bu ikinci cümle el hak doğru. Aşağıda sıralayacağım örneklerde görüleceği gibi hepimiz, tüm camia ters köşe olmuşuz. Sahtekârlığı yeterince anlayamadığımız bir yana kendilerinin bir türlü yaygınlaştıramadığı bu metinleri yeniden yeniden basarak, tartışarak ekmeklerine yağ sürmüşüz. Önce kendimin yanılgısından başlayayım örneklemeye. 2014 Kasım ayında Bilim ve Gelecek Kitaplığı yayınlarınca basılan Kıvılcımlı Külliyatı (Ayrıntılı Bibliyografya) kitabımda “Komün Gücü” kitabını tanıtırken art arda yığınla itiraz ve kuşku sıralamışım. Kitabın adından başlayarak, içindeki ve metne esas olan birçok kavramın (Siklus Temeli, Kişiler Çağı, Çekirdek Altı Toplumu, Kişilerin Parçalanışı vs.) Kıvılcımlı’nın hiçbir kitap ve yazısında geçmediğini belirlemişim. Hollanda’daki arşivde böyle metinlerin olmadığını söylemişim. Kitabı yayınlayanların tüm ısrarlara rağmen metnin aslı hakkında tutarlı bir şey söylemediklerini, o yıllarda ikisi de ölmüş olan Emine Kıvılcımlı ve Ahmet Cansızoğlu’nu tanık saymalarını eleştirmişim. Bunlar yayınlayanların dediği gibi dağınık notlardan oluşuyorsa, “Komün Gücü” gibi, sanki Kıvılcımlı’nın böyle tamamlanmış bir eseri varmış gibi iddialı bir isim yerine “Komün Toplumu Üzerine Notlar” gibi daha sade, iddiasız bir başlıkla ve olduğu gibi yayınlanması gerekirdi de demişim. Ancak bütün bu tespitlerimden sonra “Böyle bir araştırma ancak Kıvılcımlı çapında bir antika tarih araştırmacısı tarafından yapılabilirdi” demekten de geri durmamışım. Tam bir zokayı yutma hali. Bu yanılgının bilinçaltımdaki etkisiyle olsa gerek daha sonraları da Komün Gücü kitabı ile ilgili fazla tanıtıcı davranmamışım. 2000 yılındaki bu sahte imza ile yayınlanan kitabın 2. baskısı 2013 yılında Sosyal İnsan Yayınları tarafından yapıldı. Bu baskıya esas olan metni daha 2011 yılında o yayınevinin ortağı ve yöneticisi iken ben hazırlamıştım. Kitabın yayınevini notu bölümünü de yazmıştım ama yayınlanmasını iyice emin olana kadar geciktirmeye karar vermiştik. Yani o kitabın metni ve giriş notu benim hazırlığımdı. 2011 Ağustos ayında o yayınevinden ayrılmak zorunda kaldığımda yayına hazır biçimde masanın üstündeydi. Sosyal İnsan Yayınları Aralık 2013’te yani benim ayrılmamdan 2 yıldan fazla bir süre sonra kitabı yayınladı. Önem verip benim hazırladığım metin mi diye bakmadım ama “Yayınevinin Notu” bölümü özensizliği anlamak için yeterliydi. Şöyle ki; tanıtım yazısı belli bir yere kadar aynı kalmış. Yukarda kendi kitabım için sıraladığım bütün itirazlar korunmuş, “… Komün Gücü’nü yayınlamadan önce eser üzerindeki kuşkuyu kaldırmak için olabildiğince özen gösterdik. Yayınlanmasına çok önem veriyor ve istiyor olmamıza rağmen; sırf bu nedenle -geçen süre içinde kuşkuları giderebilecek bir çözümü belki bulabiliriz düşüncesi ve ümidi ile- eserin basımını geciktirdik” dendikten hemen sonra “Yayınevi olarak, ‘Komün Gücü’ eserinin Dr. Hikmet Kıvılcımlı’ya ait olduğuna inanıyoruz” (ben vurguladım)” derler. Kendileri kendilerine sormadıklarına göre biz onlara soralım: Kuşkularınızı kaldıracak ne gibi gelişmeler oldu ki böyle kesin bir hükme vardınız? Metinlerin aslı mı bulundu? Emine Kıvılcımlı ya da Ahmet Cansızoğlu’ndan kalmış ikna edici belgeler mi buldunuz? Bu soruların cevabı hiç kimse için yok tabi. Tam bir bilmediğini bilmeme ve kuru iddiayla bilgisizliği örtme hali. Nihayet 2018 Nisan ayında Derleniş Yayınları da yeniden bastı Komün Gücü kitabını. Üstelik S. Şaşmaz’ın uydurduğu “Siklus Temeli” alt başlığını da kullanarak. Sunuş yazısında yukarda sıraladığımız kuşkuların kimi de paylaşıldıktan sonra, “Ve yine ne yazıktır ki, elimizde ‘Tarih Bilimi Kitapları’ tarafından yayınlanmış metnin dışında bir nüshası bulunmamaktadır” dendiğine göre aynı yanılgılara düşülmesi kaçınılmaz olmuştur. Yayınlayanlar önce Kıvılcımlı’nın Günlük Anılar’ından alıntılarla ustaların işlerini bitiremeden öldüklerine dair Kıvılcımlı’dan aktarmalar yaparlar ve bunlardan Kıvılcımlı ustanın kendisi için söylediği; “İşlerimden hemen hiçbirisi bitmedi. Kimin bitmiştir ki? İçten örnek bildiğim Marks-Engels neyi bitirebildiler?” cümlesine dayanarak şöyle hükümlendirirler bu kitabı yayınlamalarını: “Bu eseri de (Komün Gücü de) Hikmet Kıvılcımlı’nın o bitmemiş işlerinden biridir. Ne yazık ki gözden geçirme fırsatı bulamadığı çalışmalarındandır.” (Adı geçen sunuş yazısı s.13)
Burada da kesin hüküm var ama bilgi yok, belge yok. Orijinal metin bulunmamış, Hollanda’daki arşivde bu konuda bir belge yok, kimsenin itiraz edemeyeceği tanıklık da yok ama hüküm var “…bitmemiş işlerinden biridir” diye. Yine bilindiği gibi yanılgılar sadece alıntı yaptığımız bu 3 yerle sınırlı değil. İrili ufaklı bütün doktorcular bu zokayı yutmuşuz. Nitekim S. Şaşmaz’ın kendi çevresine “D. Küçükaydın kitaplardan alıntı yapıyor, M. Özler konuşmalarında referans olarak kullanıyor” diyerek böbürlendiği de aktarılıyor. Görüldüğü gibi sahtekârlık amacına ulaşmış durumda. Yazdığı birkaç kitapla 1996-2000 yılları arasında çok çok sınırlı bir çevre dışında bir yankı yaratamayan S. Şaşmaz, büyük bir cüretle ve ustanın ismine saygısızlıkla bu taktiği uygulamış ve 20 yılı aşkın bir zamandır da başarıyla uyutmuş hepimizi.
‘Allah – Peygamber – Kitap’ üzerine Yukarda da yazdım, S. Şaşmaz Bursa’ya topladığı arkadaşlarına Komün Gücü ile beraber Allah-Peygamber-Kitap’ı da kendisinin yazdığını, bu kitaba önce “İslam Tarihinin Maddesi” ismini koymak istediğini ama sonradan böyle değiştirdiğini yayın faaliyeti sırasında en yakında olanlar söylüyorlar. Bu konuyu biraz açmamız gerek: 2011 yılı Mart ayında Sosyal İnsan Yayınları’nda, Kıvılcımlı’nın bazı yayınlanmış ve yayınlanmamış tarihle ilgili yazılarını Tarih Yazıları başlıklı bir kitapta derlemiştim. O kitaba aldığım yayınlanmamış yazılardan biri Kıvılcımlı’nın muhtemelen Toplum Biçimlerinin Gelişimi kitabına yazdığı ama kullanmadığı bir önsöz yazısıydı. O yazının bir yerinde şunları yazıyor: “1938 Yavuz Davasında (Donanma Davası) gerek Osmanlı, gerek İslam Tarihinin Maddesi üzerine olan el yazmaları, gizli polisçe birer suç belgesi imişçe gasp edildi. Ve bir daha o el yazmalarının tek tük, eksik taslaklarından başka izini tozunu bulamadık. Hele Kur’an-ı Kerim’i satır satır izleyerek özenle temiz ettiğimiz ‘İslam Tarihinin Maddesi’ kitabının birinci cildi bağırta çağırta yok edildi. Söz verilmişken, yıllarca sonra bulunamadığı gerekçesiyle geri verilmedi.” (Tarih Yazıları s.12. Ben vurguladım.) Bu alıntıyı yaptıktan sonra ben de 2013 yılı Ekim ayında Bilim ve Gelecek Kitaplığı’yla bastığımız Allah-Peygamber-Kitap’ın tanıtım yazısında şunu demişim: “‘Kuran-ı Kerim’i satır satır izleyerek özenle temiz ettiğimiz ‘İslam Tarihinin Maddesi’ kitabının birinci cildi (abç), bağırta çağırta yok edildi’ derken, özellikle birinci cilt demesi dikkatimizi çekiyor. Elimizdeki kitap çok büyük bir olasılıkla kastettiği o birinci cildin dışında kalan kılıç artıkları.” (Allah-Peygamber-Kitap, s.7, Bilim ve Gelecek Kitaplığı)
Bugün de aynı düşüncedeyim. Biraz daha ek yapayım konuya: Kıvılcımlı yurtdışına kaçmadan önce evinden 2 çuval kadar yazılarını Fuat-Latife Fegan çiftine emanet eder. Bu çuvallardaki yazıların akıbetini biliyoruz. Şimdi Hollanda’daki bir enstitünün arşivinde ve kullanımımıza hazır. O el yazmalarının ve diğer evrakların oralara gidişinin öyküsünü Latife Fegan’dan okuyoruz. Latife Fegan arşivin öyküsünü aktardığı yazısının bir yerinde; “Nitekim Ankara’dan Ünsal Gündoğan adlı bir arkadaş, nasıl elde ettiğini pek bilmediğimiz, içinde elyazmaları bulunan bir zarfı İsveç’te bize ulaştırmıştı. İki çuvala ilave edilmiş tek katkı budur.” diye yazıyor. Ben o zarfın (Zarf değil 2 çanta olduğu da söyleniyor) içindeki el yazmalarının nasıl elde edildiğini kaynağından yeni öğrendim. Bu yazıda bizi ilgilendirdiği kadarını paylaşıp, Allah-Peygamber-Kitap’a bağlayayım. Feganlara emanet edilen 2 çuvaldan başka neredeyse bir o kadar da Kıvılcımlı’nın evinde kalmıştır. Bunlar Emine Kıvılcımlı’nın sorumluluğundadır. Kıvılcımlı’nın ölümünden sonra ilk olarak TSİP’in yayınevi olan Tarih ve Devrim yayınları yöneticileri karargâh kurarlar Emine hanımın evine. Telif haklarını alıp epey kitap basarlar. Bir yıl sonra bu defa Orhan Aksungur ve ailesi girer devreye. Emine hanımı ikna edip TSİP’lilerin telif sözleşmesini iptal ettirip kendileri alırlar telif hakkını. 1975 yılında kurdukları “Vatan Partisi”ne kurucu da yaparlar Emine hanımı. Bu arada 31 Mart 1975’te 1. Milliyetçi Cephe Hükümeti kurulur. Hükümetin gerici faşist yapısından paniğe kapılan O. Aksungur, partisine ve yayınevine kilit vurdurup, Emine hanım dahil tüm parti yöneticilerini ve kendi aile efradını alıp Suriye’ye kaçarlar. Tabi Emine hanımın evindeki bütün Kıvılcımlı emeklerini de kendi zulalarına aktarırlar. Bu emekler 5 yıldan fazla ellerinde kalır. Oradaki yazıların sıkıyönetime kaptırılması, oradan kelle koltukta bir kısmının çıkarılıp F. Fegan’a ulaştırılması film senaryosu gibi bir öyküdür. Onu bırakalım şimdi. Kıvılcımlı’nın evinde kalan ve tamamı küçük boy 3 bavul kadar olduğu söylenen bu yazılar ve emekler 5-6 yıl bu grubun elinde kalmış yani. Orhan Aksungur “Vatan Partisi” ve Tarihsel Maddecilik yayınlarıyla cılız bir faaliyet yürütürler birkaç yıl ve bu grubun yayın işlerini de S. Şaşmaz idare etmektedir. Yani o el yazmalarının tamamına bakma şansı vardır o yıllarda. Oradan Kıvılcımlı’nın “İslam Tarihinin Maddesinin kılıç artıkları kaldı” dediği bölümü kendi zulasına almış olma ihtimali de yüksek kanımca. 1999 yılında Allah-Peygamber-Kitap’ı basarken önce adını “İslam Tarihinin Maddesi” koymaya kalkması da boşuna olmasa gerek. Kitabın içinin incelenmesi ayrı bir çaba konusu tabi. Ancak birbirinin kopyası gibi tamamı da “evrim ve determinizm içeren” Allah’ın isimleri bölümünün sığlığı ile Hz. İbrahim, Semitler, aşağı barbarlık, kurban geleneği gibi bölümlerin derinliği bize bazı ipuçları veriyor aslında. Sonuç olarak benim kanaatim, Allah-Peygamber-Kitap, Şaşmaz’ın müdahalelerinin olduğu, Kıvılcımlı’nın “İslam Tarihinin Maddesi” çalışmasından kalan notlardır.
Neler olabilir? Bu yazıyla 21-22 yıl önce yapılmış bir sahtekârlığı, işlenmiş bir ağır suçu anlatmaya çalıştım. Bu sahtekârlığı yapana ve bunu daha ilk gününden bilip de bugüne kadar gizleyip ortak olanlara ne desek, ne yapsak az. Kıvılcımlı ustanın ismini sahtekârlığa alet ederek ona yaşamı boyunca eziyet edenlerin saflarına katılmış oldular. Böylece de affedilmez ağır bir suç işlediler. Sahtekârlığı benimle paylaşan, gerekirse bu konuda tanıklık ederiz, bilgi ve belge de sağlarız diyen arkadaşlara şükran borçluyuz. Geç kalmış olsalar da doğru bir görev yaptılar.
Bundan sonra neler olabilir? 1) S. Şaşmaz ve yeminli müritleri bu konuyu külliyen inkâr edebilirler. O zaman iş, “bu konuda tanık, bilgi ve belge bulabiliriz” diyen arkadaşlara düşecektir. Ama buradan ilan etmekten çekinmeyelim; bu ifşa burada bitmeyecek, teşhir bitene kadar sürecektir.
2) S. Şaşmaz’a körü körüne bağlı olanlar, “işte bakın Şaşmaz nasıl büyük bir teorisyen. Kıvılcımlı’dan ayırt edilemiyor, hatta 21. yüzyılda ondan bile ileri bir teori oluşturmuş diyebilirler. Yani Şaşmaz ve taraftarları bu ifşayı kendi lehlerine kullanmak isteyebilirler. Onlara Şaşmaz’ın bütün sıfatlarının en önüne “sahtekâr” ve “suçlu” ekinin geldiğini hatırlatır geçeriz.
3) Bu ifşamın şimdiye kadar adı geçen kitapları basan gruplarca nasıl karşılanacağı da önemli. Bakalım ne kadar ciddiye alacaklar. Burada sözüm Derleniş Yayınlarına tabi. Sosyal İnsan Yayınları artık cevap oluşturacak yapıda değil.
4) Sonuç olarak kitaplar 20 yıldır okur önünde ve en çok yayılmasını da yazan ve onun grubu değil, bizler yaptık. Dolayısıyla devrimci kamuoyunun tepkisi de önemli. Bu kitaplardan alıntılar yapılmış, araştırmalarda ve tezlerde yararlanılmış. Şimdi herkes bunların sahte imza ile yayınlandığını görmüş olacak.
5) Devrimci kamuoyunun da önemsemez ve umursamaz davranması söz konusu olabilir. En sonunda bu ifşa bir zamanlar S. Şaşmaz’ın yakın çevresinde olan bazı sorumlu arkadaşlar eliyle ve benim aracılığımla yapılıyor. İsteyen inanacak, teşhire katılacak ve bu türden sahtekârlıklara bir daha meydan vermemeye çalışacak ya da herkes kendi yordamınca davranacak.
Selam ve saygılarla…
01.03.2022
Bir Kez Daha Komün Gücü ve APK Üzerine
Tam 1,5 yıldır Kıvılcımlı’nın bütün kitaplarının tanıtımını “Kıvılcımlı Külliyatı” ana başlığı ile tek tek kitapları ele alarak yapmıştık. Gelecek yazımızda tüm bu tanıtımlar hakkında genel ve istatistiki bilgiler paylaşacağız.
Kıvılcımlı’nın eserlerine biraz aşina olan kişilerin hemen anlayabileceği gibi 2 kitaba tanıtımlarımızda yer vermedik. Bunlar 1999 yılında yayınlanan Allah-Peygamber-Kitap ve 2000 yılında yayınlanan Komün Gücü kitaplarıydı. Oysa ben her iki kitabı da 2014 yılında Bilim ve Gelecek Yayınlarından çıkan KIVILCIMLI KÜLLİYATI başlıklı kitabıma almış ve tanıtımlarını yapmıştım.
Ancak 2021 yılında bazı gelişmeler oldu. Bu iki kitabı Kıvılcımlı imzasıyla yayınlamış olan Süleyman Şaşmaz’ın eski çevresinden birileri benimle temas kurarak bazı bilgiler verdiler, tanıklar gösterdiler. Bu bilgilerde S. Şaşmaz’ın açıkça bu kitapları kendisinin yazdığı anlatılıyor ve teyit ediliyordu. Birkaç yönden daha doğrulattıktan sonra bu konunun benim bir yazımla ifşa edilmesine karar verdik.
Bilim ve Gelecek Dergisi’nin 2022 Mart ayı çıkan 215. sayısında “Komün Gücü ve Allah-Peygamber-Kitapları Üzerine Yeni Bir Durum” başlıklı bir yazı benim imzamla yayınlandı. Bu yazıdaki iddia ve görüşleri burada tekrar yazmayacağım. İsteyenler şu linkten açıp okuyabilirler.
Ben bu yazımda dergideki yayından sonra olanları paylaşayım.
Yazımda bu iki kitabın S. Şaşmaz tarafından yazıldığı bizzat Şaşmaz’ın ağzından aktarılıyordu, tanıklı ve ispatlı olarak. Hatta bu konu inkar edilirse belgelemeye de hazır olunduğu yazılmıştı. Yazıyı okuyanlar bilir, okumayanlar da linkten açıp okuyunca göreceklerdir. Öncelikle tüm Kıvılcımlıcı ortamın – başta kendim olmak üzere – bu konuda nasıl yetersiz kaldığımızı da yazmıştım. Son 20 yılda Kıvılcımlı’nın yayınlanmış-yayınlanmamış eserleriyle en çok ilgilenenlerden biri olan ben kendi yanılgımı en başta yazmıştım. Daha sonra da bu kitapları basan 2 yayınevinin yanılgılarını yazıp, onlara bu tartışmalar sonuçlanıncaya kadar kitapları satıştan çekmelerini önermiştim.
Yazıyı uzatmamak için sonraki gelişmelere döneyim. O yazının sonundaki birkaç paragrafı alayım buraya:
“Bundan sonra neler olabilir?
1) S. Şaşmaz ve yeminli müritleri bu konuyu külliyen inkâr edebilirler. O zaman iş, “bu konuda tanık, bilgi ve belge bulabiliriz” diyen arkadaşlara düşecektir. Ama buradan ilan etmekten çekinmeyelim; bu ifşa burada bitmeyecek, teşhir bitene kadar sürecektir.
2) S. Şaşmaz’a körü körüne bağlı olanlar, “işte bakın Şaşmaz nasıl büyük bir teorisyen. Kıvılcımlı’dan ayırt edilemiyor, hatta 21. yüzyılda ondan bile ileri bir teori oluşturmuş diyebilirler. Yani Şaşmaz ve taraftarları bu ifşayı kendi lehlerine kullanmak isteyebilirler. Onlara Şaşmaz’ın bütün sıfatlarının en önüne “sahtekâr” ve “suçlu” ekinin geldiğini hatırlatır geçeriz.
Öyle gözüküyor ki, Kıvılcımlı’nın çilesi daha bitmemiş…
3) Bu ifşamın şimdiye kadar adı geçen kitapları basan gruplarca nasıl karşılanacağı da önemli. Bakalım ne kadar ciddiye alacaklar. Burada sözüm Derleniş Yayınlarına tabi. Sosyal İnsan Yayınları artık cevap oluşturacak yapıda değil.
4) Sonuç olarak kitaplar 20 yıldır okur önünde ve en çok yayılmasını da yazan ve onun grubu değil, bizler yaptık. Dolayısıyla devrimci kamuoyunun tepkisi de önemli. Bu kitaplardan alıntılar yapılmış, araştırmalarda ve tezlerde yararlanılmış. Şimdi herkes bunların sahte imza ile yayınlandığını görmüş olacak.
5) Devrimci kamuoyunun da önemsemez ve umursamaz davranması söz konusu olabilir. En sonunda bu ifşa bir zamanlar S. Şaşmaz’ın yakın çevresinde olan bazı sorumlu arkadaşlar eliyle ve benim aracılığımla yapılıyor. İsteyen inanacak, teşhire katılacak ve bu türden sahtekârlıklara bir daha meydan vermemeye çalışacak ya da herkes kendi yordamınca davranacak.”
Evet, yazımızı bitirirken bunları maddelemişiz. Şimdi ilk yayının üzerinden 2,5 ay geçtikten sonra neler olmuş, onlara da yine maddeleyerek bakalım.
İlk iki maddeyi Süleyman Şaşmaz ve ona körü körüne bağlı kalan birkaç kişiye ayırmıştık. Onların ya inkar edeceklerini ya da bu kitapları Süleyman Şaşmaz’ın ne kadar büyük teorisyen olduğunun ispatıymış gibi savunacaklarını öngörmüştük. Yine yanıldık; duvar gibi susmayı tercih ettiler. Sanki bu yazı hiç yazılmamış, “sahtekar” ve “suçlu” denmemiş gibi yaptılar. Bunu bir tür ikrar (kabullenme) sayabiliriz.
Sonraki maddeyi, bu kitapları tekrar basan 2 yayınevine ayırmışız ve onlara eleştiri ve önerilerde bulunmuşuz. Bu iki yayınevinden Derleniş Yayınları, kendileri dışında yapılan her şeyi görmeme ya da küçümseme tavrıyla hiçbir tepki vermediler. Bakalım bu konu belgelendiği zaman ne diyecekler. Diğer yayınevi ise benim kurucularından olduğum ve 5,5 yıl yönetip 60 kadar kitap bastığım Sosyal İnsan Yayınları idi. Benim ayrılmamdan sonra 11 yılda basılan 2-3 kitaptan biriydi Komün Gücü. Üstelik yazımda değindiğim gibi metni gözden geçirerek yayına hazırlayan da bendim ama basmamıştık. Sosyal İnsan Yayınları için “artık cevap oluşturacak yapıda değil” demiştim. Orada yanılmadım işte. Yayınevinin asıl sahibi değil de satış görevlisi gibi dolaşan bir müptezel, sosyal medyada bana ağır hakaret ettiğini sandığı 2 cümle yazabildi. Böylece ne teorice ne de karakterce yetemeyeceği bir konuda “görevini” yapmış saydı kendini.
Daha sonraki maddelerde devrimci kamuoyunun duyarlılığına seslenmişiz. Çok umutlu olmadığımızı da belirterek tabi. Dergide yayınlanan yazıyı paylaşan, tartışmaya çalışan birkaç kişi dışında önemli bir tepki göremedik ne yazık ki. “Ben yayınlandığından beri bu kitabın Kıvılcımlı’ya ait olmadığını söylüyordum” deyip de tek satır yazı yazmayanları da biz ciddiye almadık.
SONUÇ OLARAK
Şimdiye kadar yayınlanmış bütün Kıvılcımlı kitaplarının orijinalleri hep ulaşılacak durumda. Yayınlanmış, yayınlanmamış bütün eserlerin orijinalleri Hollanda’daki arşivde ve herkesin artık dijital olarak da ulaşabileceği bir durumda. Mesela ben 2011 sonrasında yayınladığım 4-5 kitabın orijinallerini herkese sunabilirim. Ancak bu iki kitabın orijinalleri kimsede ve hiçbir yerde olmadığı gibi gören bilen de yok. 1999 ve 2000 yılında aniden çıkmışlar ortaya ve bütün ısrarlara rağmen orijinaller gösterilememiş. Şimdi ortada “bu kitapları ben yazdım, yıllardır yok sayılmanın intikamını da böylece almış oldum camiadan” gibi itirafları var Şaşmaz’ın. Bu durumda, ilgili herkesi bu konuyu tartışmaya ve sonuca götürmeye katkıda bulunmaya çağırıyorum.
Şaşmaz ve çevresinin bu konuyu susuşa getirerek sahtekarlığı gizlemeye çalışması beyhude bir çabadır. Şaşmazcıdan da daha Şaşmazcı durumuna düşmek pahasına konunun tartışılmasını önlemeye çalışan görevlilerin katkısı da konuyu kapatmaya yetmez. Eninde sonunda bu sahtekarlık belgelenecek ve doğruya ulaşılacaktır.
Devrimci kamuoyunun gündemine tekrar sunuyorum ve ısrarla devam edeceğim.