70 YAŞIN GÜZELLİĞİ

70. yaş. Kimine göre yaşlılık, kimine göre orta yaş sayılır hala.
Önemli olan yaşın sayısı değil, o yılların nasıl geçirildiğidir.
“Doğru yaşamayanlar, doğru ölemezler” anlamında bir şeyler söylemiş Nietzche.
Ben de kendimce muhasebeler yapıyorum “doğru yaşadım mı, doğru ölecek miyim” diye.
Orta ölçekli bir sınır şehrinde, çamurlar içinde bir mahallede geçen çocukluk ve delikanlılık yılları.
Aşırı yoksulluk ve aile baskısı altında geçen hem de.
Lisenin sonlarına doğru Dev-Genç ve Kıvılcımlıcı ağabeylerin etkisiyle sosyalizmle tanışma.
Mühendislik tahsili için Ankara’ya gelince, aile baskısı olmadığından daha çok sosyalizm, daha az okul.
Önce kısa bir süre Kıvılcım dergisi, sonra Kitle gazetesi bürosunda neredeyse tam zamanlı çalışmalar.
Halil Çelimli ağabeyin dürüst, heyecanlı ve ilkeli etkileriyle kişilik geliştirme.
TSİP (Türkiye Sosyalist İşçi Partisi) kuruluş öncesi çalışmalarında Burhan Şahin ve Engin Urcan ile gelişmeyi artırma.
TSİP Altındağ ilçesinin ilk üyelerinden olup, Ethem Kiper, Necati Ertürk ve Suat Bozkuş, Varol Ataman gibi arkadaşlarla yoğun gecekondu çalışmaları.
TSİP Ankara İl Örgütü bünyesinde kurulan Ankara Gençlik Bürosu sekreterliği, ünlü ODTÜ Kissinger boykotunda aktif görevler.
TSİP içinde “doktorcu muhalefet” içinde hızlı çalışmalar ve çok aktif olmaya rağmen TSİP’te asil üye olamayıp parti dışında kalma.
“Doktorcu muhalifler”in sürgün edilip toplandığı Ankara Yenimahalle İlçe Örgütü’nde üye olmamama rağmen çalışmalar. İstanbul yolundaki fabrikalarda aktif işçi çalışmaları.
“Doktorcuların” topluca istifası sonrası bir süre boşlukta kalıp sonra merkezi İstanbul’da olan PİM (Pahalılık ve İşsizlikle Mücadele Derneği)’nin Ankara şubesini örgütleme, 2 yıl şube başkanlığı.
1975 yılında kurulan Yeni Vatan Partisi’ne (bugünkü CIA destekli Perinçek partisiyle alakası yoktur) bir grup arkadaşla birlikte katılma.
Yeni Vatan Partisi içinde yapılan yönetim darbesinde aktif rol alma. Darbe sonrası yeniden oluşturulan Ankara İl Örgütü başkanlığı.
Sonuçta “parti” içindeki gerilim sonucu bazı provakatörlerin kardeş gibi olduğum Doğan Terlemez’i katletmelerinin hâlâ dinmeyen acısı.
Cinayet sonrası ilk kongrede yine aynı grup arkadaşların bazılarıyla birlikte bir bildiri yayınlayarak “parti”den ayrılma.
İskenderun Demir Çelik inşaatındaki örgütlenmeden sonra hapse girip sendikası dağılan İsmet Demir ağabeyin sendikayı yeniden toparlama çabalarına katılıp 6 ay kadar onunla birlikte Çukurova’da çalışmalar. Yine o aylarda evlilik.
Ayrılma sonrası daha önceki aylarda partiye girmemiş bazı arkadaşlarla tekrar buluşup örgütlenerek bir dergi çıkarma kararı. Yine o dağınıklık ortamında çok sevdiğim bazı arkadaşların değişik yerlere tercih koymalarının üzüntüsü.
1976 ve 1977 kanlı 1 Mayıslarında PİM ile etkin katılımlar.
1977 Temmuz – 1980 Temmuz arası 3 yılda düzenli çıkarılan “Proletarya Partisinin Reorganizasyonu ve Halk Kurtuluş Cephesi İçin DEVRİMCİ DERLENİŞ” gazetesi ve o zamanki Derleniş Yayınlarının İmtiyaz sahipliği görevi.
Bu arada 4. Sınıfa geçtiğim halde mühendislik eğitimini bırakıp, yeniden üniversite sınavı ve Sevk ve İdarecilik Yüksek Okulu’na geçiş, ön lisans diploması. 3. Sınıf bitmişken 12 Eylül faşizmi.
1980 12 Eylül faşizminde işçi sınıfı için çekilme çalışmaları. Aralık ayı başında 1 haftalık gözaltı. Dergi yazılarından sorgulanma. Sevgili İlhan Erdost’un Mamak’ta dövülerek öldürülmesi soruşturmasına denk gelen günlerde – başka bir yayıncı skandalı yaşamamak için olsa gerek – Mamak’tan serbest bırakılma.
Serbest bırakılma sonrası acilen ev değiştirme.
Yeni evin adresini bilen birkaç kişiden gözaltında olanların evimin adresini polise vermelerinden sonra ev baskınından kıl payı kurtuluş.
Ankara’da bir iki hafta adres değiştirerek grubu ayakta tutma çabası. Artık barınamayacak hale gelince Ankara’yı terk ediş.
Birkaç ay kaçak gezdikten sonra toparlanırız derken kaçaklığın – bir gün bile yurt dışına çıkmayı düşünmeden – tam 7 yıl sürmesi (1981 Haziran – 1988 Haziran arası). Bu arada evimin ve tüm eşyalarımın polis tarafından darmadağın edilişi.
Yazın tatil yörelerinde, kışın arkadaş evlerinde süren uzun kaçaklık yılları. Nispeten iyi günler olmakla beraber, kabus gibi geçen yıllar. Defalarca yakalanmaktan kıl payı sıyırışlar.
6,5 yıl tutuklu yargılanan arkadaşların 1988 mayısında beraat etmesi sonucu, haziran ayında beraatten yararlanmak için mahkemeye çıkış ve önce tutuklanıp, sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest kalış.
Ağustos ayında daha önce hak etmiş olduğum kısa dönem askerlik başvurusu için memlekete dönüş. Orada 1 gün gözaltı, 19 gün göz hapsi. Sonrasında serbest kalıp askere gitme.
Benim gibi sakıncalı arkadaşların olduğu bir birlikte 4 ay askerlik. 1 hafta disiplin hapsi, komutanla saatler süren sosyalizm tartışmaları. Dönem arkadaşlarımla unutulmaz dayanışma ve dostluklar. Aydın Akyazı, Sedat Göçmen ve Bünyamin İnan gibi sıkı insanlarla geçen zamanlar.
Askerlik sonrası, grup arkadaşlarımdan ayrılma, 12 yıl süren geçim dönemi. Dinlenme ve sosyalizmle eskiye göre uzaktan ilgilenme.
Bu arada dünya güzeli kızım Kardelen’in aramıza katılması. Yaşadığım sürece gururum olması.
2001 sonunda artık benim için dayanılmaz hale gelen evliliğimin sonlanması, evi terk edişim.
1,5 yıl İzmir’de işsiz gezdikten sonra İstanbul’a yerleşme.
Haşmet Atahan’ın 6 katlı binasının restorasyonu için 3 yıl inşaatta çalışma. 3 yılın sonunda yine Haşmet Atahan’ın finansörlüğü ile kurulan Sosyal İnsan Yayınlarında ortak ve yayın yönetmeni olarak 5,5 yıl tam zamanlı mesai. Yayınlar, fuarlar, paneller. Yayıncı ve yazarlarla kalıcı dostluklar. Bu yayınevinde arkadaşlarım Burhan Elçin ve Yavuz Tanrısever’in unutulmaz katkıları.
Bu arada İzmir’de annesiyle yaşayan kızımın velayet davasını kazanarak onu yanıma almam. Yoksulluğuma ortak olan kızımın akıl almaz direnci ve gurur verici başarıları.
Toplamda (56’sı Kıvılcımlı’dan 6’sı başka yazarlardan toplam 62 kitap ve 8 broşür)ün yayımlanması. Çok zor, yıpratıcı ama görev yapmanın hazzıyla geçen yıllarım. Bu yılları “Bir Yayınevinin Öyküsü” başlığıyla e-kitap olarak ayrıntıyla yazmıştım. Sosyal medyamdan okunabilir.
2009 yılında benim gayretlerim ve Vedat Türkali’nin katılımıyla 15 siyasi grupla yaptığımız Kıvılcımlı anması da gururla hatırladıklarımdan.
Sosyal İnsan Yayınları’ndan beş parasız ve barınaksız ayrılma sonrası, dostlarımın katkısıyla ayakta kalabildiğim yıllar. Sorun Yayınları ve sevgili Sırrı Öztürk ağabeyin manevi katkılarını anmasam olmaz.
Geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz sevgili Necmettin Salaz ile birlikte Rezan Yayınları’nı kurup art arda kitapların çıkarılması.
Unutulmaz Gezi direnişimizde aktif yer alış, Taksim dayanışması yürütmesinde etkin görevler.
Kıvılcımlı’ya karşı görevlerimizi sürdürerek, kimi arkadaşlarla 3,5 yıl süren Kıvılcımlı Okumaları grubu, nihayet bu grubun öncülüğünde 2 dönem başkanlığını yaptığım Kıvılcımlı Enstitüsü’nün kuruluşu. Bu arada beni kırmayarak Enstitü’ye kurucu olan 4 sosyalist parti başkanı ve aydın, yazar, sendikacı arkadaşlarıma halen şükran borçluyum.
2013 yılının Kasım ayında arkadaşlarımın davetiyle yaptığım Balkan turunda Kıvılcımlı’nın nefes izlerini takip ediş. Enver Hoca’nın mezarını bulup saygı duruşu.
2016 yılında Enstitü olarak Kıvılcımlı’nın ve unutulmaz sendikacı İsmet Demir’in mezarlarının yaptırılması.
2016’nın son aylarında artık ev kirasını bile ödeyemez durumdayken, bir eski dostumun ikramıyla onun diş kliniğinde 3 yıl sürecek olan klinik müdürlüğü görevi. Kıvılcımlı Enstitüsü yönetimini SODAP grubuna devredişim. Bu arada amatör olarak, dostlarımın katkılarıyla Kıvılcımlı kitapları çıkarmaya devam ediş.
Klinikte çalışırken aynı arkadaşlarımın daveti ve finansörlüğü ile Sovyet Devrimi’nin 100. Yılı dolayısıyla 5 günlük Moskova gezisi. Hayatımın en güzel anılarından.
2018 yazı, prostat kanseri teşhisi. Tetkiklerden sonra 1 Kasım 2018 acil radikal ameliyat.
Ameliyat sonrası yorgun argın kızımın yanına gidiş, Avrupa seyahatleri.
İstanbul’da ve klinik çalışmasında zorlanmam üzerine 2019 Kasımında İstanbul’u terk ediş.
5,5 yıldır Foça’nın köylerinde kira evleri. Kira ödeyemez duruma geldiğimde yakın dostlarımın katkılarıyla bir hobi bahçesinde (konforu iyi) barınmaya başlama.
Bu arada Kıvılcımlı’ya karşı görevleri de aksatmamaya çalışarak art arda yeni Kıvılcımlı kitapları yayınlama.
Eski arkadaşlarımdan, yazdığı kitabın yayımlanmasına katkıda bulunduğum Nasrullah Ayan ile pandemi döneminden başlayarak düzenli olarak video çekip yayınladığımız bir dönem geçirdik.
2021 yılında Kıvılcımlı’nı 50. Ölüm yıldönümü dolayısıyla yapılan etkin çalışmalar. Onlarca video ve epey sayıda grupla birlikte yaptığımız mezar başı anması ve değişik yerlerdeki paneller.
O yıldaki tanışıklıktan 3 yıl sonra Göksal Caner Malatya arkadaşımın çalışmalarıma katılması yeni bir dönem başlattı çalışmalarımda. Eksik olan yönlerimi tamamlayarak araştırmacı ve çalışkan kimliğiyle çok şey kattı, katacak.
70 yaşın muhasebesi derken bunlar geldi aklıma sabah sabah.
Bu yaşamda her insan gibi benim de bir yığın insani hatalarım, yanlışlarım oldu elbette. Ama çok mutluyum ki sevildim, sayıldım. Karşı olanlar da, çalışmalarımı ve beni yok sayanlar da oldu elbette. Hatta durup dururken küfür ve hakaret edenler de. Umursamadım. İşlerim vardı. İşlerim var, işlerim olacak daha. Görev bitmez, nefes aldığım sürece de bitmeyecek.
70’ine geldim, kendimi beğenmedim.” Diyor ustam Kıvılcımlı. O böyle derken, biz sıradan devrimcilerin kendimizi beğenmemiz, yanlışsız, hatasız olduğumuzu ileri sürmenin anlamı olmaz.
“Doğru yaşamalı” diye başlamıştık. Bu 70 yılı doğru yaşadım mı bilemem ama “doğru yaşamaya çalıştım” diyebilirim sonuçta. Böyle kalmaya da devam edeceğim.
Son sözümü yazmadan sevgili dostum, kıymetli şairimiz Şükrü Erbaş’ın bir şiirini almak istiyorum. İzin vereceğine eminim.
AĞARAN BİR SUYUM
Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı
Kadınlar gittikçe daha güzel
Güneş daha hızlı adımlıyor gökyüzünü
Sular daha soğuk rüzgâr daha serin
Eskiden her konuda konuşurdum istekle
Bir geniş gülümsemeyle dinliyorum şimdi
Büyük yapılar ışıklı çarşılar bitti
Ara sokaklara salaş kahvelere gidiyorum
Kurtulmak için çırpındığım çocukluğu
Yeniden öğreniyorum çocuklardan şaşarak
Bütün sesler çın çın bir yalnızlık oluyor
İçimden geçenleri söyledim sanıyorum
Birisi bir şarkı söylemesin kederle
Tenimde bir titreme kirpiklerimde buğu
Kısa söz basit eşya kedi sevgisi
Aktıkça ağaran bir suyum zamanın ırmağında
Nerden mi anlıyorum yaşlandığımı
Kadınlar daha güzel kadınlar daha uzak…

    Son sözüm:
    İyi ki yaşamışım bu yılları. İyi ki tanımışım bunca güzel insanı.
    İyi ki sosyalist olmuşum.

    DOKTOR DOKTOR KALKSANA… – HASAN BALCI

    “Komün Gücü Sahtekarlığı” ifşalarıma bir görüş de devrimci arkadaşım, Sokağın Sesi internet gazetesi yönetmeni Hasan Balcı’dan geldi.

    DOKTOR DOKTOR KALKSANA…

    Doktor Hikmet Kıvılcımlı’yı 11 Ekim 1971’de kaybetmiştik. Ölümünün 54. yılında Kuzey yıldızımız, ustamız, önderimiz Doktor Hikmet Kıvılcımlı’yı özlem ve saygıyla anıyorum.

    Doktor Ölümünün ardından büyük bir Külliyatı yoldaşlarına miras olarak bıraktı. Doktor, Türkiye Sosyalist hareketinin önemli ideologlarından biriydi. Kendi tarafından yazılmış yüzlerce eser, binlerce makale ve notları ile Hollanda arşivi dev bir külliyatı oluşturuyor.

    Doktor özellikle hapishane dönemini üreterek geçirmiş yol arkadaşlarımızdan, önderlerimizden biridir. Onun birçok eseri akademik düzeyde eser olup Üniversitelerde ders olarak okutulabilecek hatta kürsü olabilecek nitelikte eserlerdir. Örneğin Tarih tezi,”Tarih Devrim, Sosyalizm”. Doktorun eserlerini burada ayrıntısıyla yazmak onlar üzerinden bir tartışma başlatmak için herhalde onlarca sayfa yazmam gerekir. Bunun yerine Doktor almanağı sayılabilecek bir eser öneriminde bulunmak istiyorum. Sevgili Dostum Ahmet Kale Doktor ’un birçok eserini basmış, bununla birlikte bir Doktor almanağını da kaleme almıştı. Çalışmanın adı “Kıvılcımlı Külliyatı”dır. Kitap 2014 yılında Bilim ve Gelecek yayınlarından yayımlanmıştı.

    Bu girizgâhı yaptıktan sonra Doktor üzerinden hiç de hoş olmayan hatta dezenformasyon sayılabilecek bir tartışmayı Ahmet Kale’nin internet sayfasında görmüştüm. Konuyla ilgili bir değerlendirme yazısı yazan Değerli hocamız Güney Çeğin’in dediği gibi, Kıvılcımlı’nın mirasına dönük bir tartışmazlığın tartışması vardı. Güney Çeğin’in konuyla alakalı makalesi, Ahmet Kale’nin internet sayfasından okunabilir.

    Ortada büyük bir sahtekârlık, Kıvılcımlı bezirganlığı varken Doktor’un mirasını sahiplenenlerin bu duruma sessiz kalmaları hakikaten endişe verici bir durum. Doktor Hikmet Kıvılcımlı’ya büyük bir saygı besleyen bu ülkenin Komünistlerinden biri olarak bu olaya sessiz kalmak istemedim ve bu konuyla alakalı okurlarla bu makaleyi paylaşmak istiyorum.

    Bir iki satır Ahmet Kale’den bahsetmezsem ayıp ederim, o yüzden fazla değil iki satır Ahmet Kale’den söz etmek istiyorum. Büyük zorluklarla Doktorun eserlerini yayımladı ve bunların okurlarla buluşmasını sağladı. Yaptığımız ikinci önemli iş; Doktorun mezarının yeniden imar edilmesiydi. Mezarın yapılmasında Ahmet Kale’nin başını etini yiyenlerden biriydim ve Ahmet’in öncülüğünde Doktor’un mezarını yeniden ihya ederken iki parsel aşağıda bulunan Sınıf sendikacılığının önder isimlerinden olan devrimci sendikacı yalınayak İsmet, İsmet Demir’i de unutmadık. Doktor’un kitabesinde bulunan ve Marks’tan Doktor’un aldığı “İnsanım insana dair hiçbir şey bana yabancı olamaz” vecizesini de koruduk.

    Doktor bu vecizedeki gibi bir insan, önderdi.

    Bunu anlamak için Doktor‘un Eyüp Sultan konuşmasına bakmanızı öneriyorum.

    Uzun yazılar okunmuyor!

    Ama Mesele Doktor olunca onu anlatmakta ancak uzun soluklu yazılarla olmak zorunda. Bunun için kusura bakmayın.

    Evet ortada ilginç bir tartışma var. Birden aklıma Erdal Öz’ün Sanki Deniz Gezmiş’in ağzından yazılmış gibi kötü bir tartışma aklıma geldi. Sonrasında Erdal Öz özür dilemişti.

    Doktor ne yazmışsa elimize ne geçmişse bu eserleri, makaleleri altını çizerek okumuş, Okuduklarımdan, Doktordan biriktirdiklerimi de zaman zaman dergilerde yazmış bir insanım. Doktorun hapishanede yazdıklarını hapishanelerde okudum ve tartıştım.

    Doktor’un Türkiye Sosyalist hareketi hatta kendi yoldaşları tarafından da doğru anlaşılmadığı kanaatindeyim. Dolayısıyla herkesin kendine özgün bir Doktoru oldu ve herkes kendi Doktorunu konuşturdu. Külliyatı, fikirleri ortada olduğu halde Doktora her türlü iz ve yaftalar yapıştırılıp duruldu. Oysa Doktorun kendine özgün bir Determinizm anlayışı vardı. Maalesef bu doğru düzgün kavranılmadı.

    Ahmet Kale’nin ortaya koyduğu şey çok önemli.

    Kıvılcımlı’ya ait olmayan sözler, metinler hatta eserlerin sanki onunmuş gibi lanse edilmesi o metinler üzerinden bir politik hat, yol önerimler, çıkarımları Ustamıza büyük bir saygısızlıktır.

    Ahmet Kale önemli bir iş yapıyor dedik. Onun iddiasına göre Kıvılcımlı’ya ait olduğu söylenen Komün Gücü ve Allah Peygamber isimli eserler aslında onun değilmiş. Ahmet Kale bu iddiasını bir yazı dizisiyle İnternet sayfasında belgeleriyle ortaya koymuştu. Ahmet’in burada kullandığı yöntem; Kişinin kendi yazdıklarıyla çelişkilerinin analizini yaparak bir sonuç ortaya koydu. Bunu açığa düşürmek önemli bir iştir.

    Aynı şeyleri tekrar etmenin bir mânâsı olmadığından zaten konuyla alakalı olarak Ahmet Kale’nin sayfasından bu konuyla alakalı yazılar okunulduğunda durum görülecektir.

    Bir insanın ardından, üstelik sadece coğrafyamız için değil dünya sosyalist hareketinin önemli önderlerinden Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın ardından yapılan bu saygısızlığı kınıyor, aziz hatırası önünde saygıyla duruyorum.

    Hasan Balcı – Sokaginsesi Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni

    ‘KIVILCIMLI MİRASI’NA DÖNÜK TUHAF BİR TARTIŞMASIZLIK HAKKINDA BİR TARTIŞMA – GÜNEY ÇEĞİN

    “Dört yıla yakındır Kıvılcımlı adıyla yapılan sahtekarlıkları “Komün Gücü Sahtekarlığı” başlıklı yazılarımla ifşa etmeye çalışıyorum. Bir yankı bulamamaktan yakındığım da yazılarıma yansıyor. Özellikle Kıvılcımlı izleyicilerinin ölümcül sessizliği can yakıcı boyutta. Bu konuda umutsuzluğum ve kırgınlığım artarak sürüyor.

    Yazılarımda bu konunun sadece Kıvılcımlı izleyicisi olduklarını iddia edenlerin değil, tüm Türkiye sosyalistlerinin ve akademinin de sorunu olduğunu, bu sahtekarlık karşısında tavır almaları gerektiğini tekrarlayıp duruyorum.

    Bu derin sessizlik ortamında nihayet akademiden namuslu bir ses geldi. Daha önce de Kıvılcımlı konusunda çalışmaları ve yazıları olan, 2022 yılında yayınladığımız “Dine ve Politikaya Dair Yazılar” kitabının çevrilmesi ve yayımlanmasına da önemli katkılar vermiş akademisyen arkadaşımız Güney Çeğin bu konuda bir yazı yolladı bize. Yazısını bu hafta yayımlıyoruz.”

    Ahmet Kale

    ‘KIVILCIMLI MİRASI’NA DÖNÜK TUHAF BİR TARTIŞMASIZLIK HAKKINDA BİR TARTIŞMA

    İnsanların çoğunda entelektüel vicdan eksiktir. Evet, böyle bir şeyi talep eden biri, en kalabalık bir şehirde çöldeymişçesine yalnız kalır gibi geliyor bana. Herkes size yabancı gözlerle bakıp arabasını ileri sürer, şu iyi; bu kötü derler; önemli saydıklarının önemsizliğini belli ettiğinizde kimsenin yüzü bile kızarmaz.- kimse size kızmaz, olsa olsa kuşkunuza gülerler. Diyeceğim şu: Büyük çoğunluk şuna ya da buna inanmayı; inandığı şeye göre yaşamayı, önceden bu inanç için ya da ona karşı en sağlam temelin bilincine varmaksızın; en azından sonradan bu temeli gösterme zahmetine girmeden böyle yaşamayı aşağılık bir şey saymaz.

    (Nietzsche, Şen Bilim’den)

    Yoksa “susuş kumkuması” halen Doktor’un yazgısı olmayı sürdürüyor mu?

    Hikmet Kıvılcımlı’nın yaşarken bizzat tecrübe ettiği kahredici sessizliği, polemos’a yeltenmeye gücü yetmeyenlerin ona dönük bel altı vuruşlarını, ölümünden sonraki aşikâr (politik ve akademik) ilgisizliği ve kimi cemaatsel yapılarla sınırlandırılmış Kıvılcımlı portresinin yetersizliğini gayet iyi biliyoruz. Zira Doktor bu ülkede her daim cüssesinin büyüklüğünün ceremesini çekmiş bir şahsiyettir ve ne yazık ki halen de çekmeye devam ediyor.

    Bu kısa yazıda, ömrünü Kıvılcımlı külliyatının topyekûn takdimine hasretmiş Ahmet Kale’nin iddiaları üzerinden -nedendir bilinmez- bir türlü açılamayan tartışma hattına ilişkin birkaç kelam etmek istiyorum. Bunu yapma nedenim/motivasyonum, salt Hikmet Kıvılcımlı’ya duyduğum saygıyla doğrudan ilgili değil, asıl olarak Türkiye sosyalist solunun en devrimci şahsiyetlerinden birinin çarpık idrak edilişine dair kemikleşmiş hataların mükerrer hale gelmesiyle alakalı.

    Akademik hayatımın ilk yıllarından itibaren Kıvılcımlı’ya dair okumalar yapıp, ona dair mütevazi denilebilecek kimi çalışmalar ortaya koydum. Vefa S. Öğütle ile beraber bir makale kaleme aldık[1], birkaç gazete yazısı yazdım ve son olarak (Ahmet Kale’nin teşvik ve yol göstericiliği ve Ömür Yazıcı Özdemir ile) Doktor’un Osmanlıca kaleme aldığı kimi metinleri dilimize çevirdik.[2] Tüm bunlar o devasa külliyatın hakkını veremeyecek derekesinde tabii ki!

    Peki doğrudan çalışma konum olmasa da niçin Kıvılcımlı külliyatına mütevazi bir katkıda bulunma zarureti hissettim? Cevabı lafı dolandırmadan vereyim: Doktor, Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde, Türkiye’deki yazgısına benzer şeyler yaşamış birisi olsaydı, muhtemelen hakkında sayısız inceleme, belgesel, tez ve polemik yapılmış epeyce meşhur bir politik figür olurdu; e öyleyse bizdeki bu çöl halini neye yormalı!

    Bu anlaşılmaz, anlaşılmaz olduğu kadar utanç verici ahvalin ardındaki neden ve gerekçeler, Kıvılcımlı çalışan yazar ve bilim insanlarınca, yakın zamanlarda farklı savlarla ortaya konuldu. Burası bunları serimleme yeri değil, lakin benim açımdan en görünür olan şey, bir devrimci düşünürü okumaya ilişkin merceklerimizin bir hayli yavan oluşuyla ilişkili. Türkiye’deki entelektüel ve politik saha, nesnelci tefsir standartlarına müsait olmadığı gibi, husumet politikalarının inhisarında şekillendiğinden, binlerce sayfa analiz yapıp, bizatihi siyasetin yakıcı toprağında eylemiş dev bir simayı görmezlikten gelmeler bizi şaşırtmasa gerek. Ama şaşkınlığın da makul bir hududu olsa gerek! Gelgelelim daha da ilginci, elinizdeki yazının da konusu olan, Kıvılcımlı’nın Kıvılcımlı’ya ait olmayan metinler üzerinden okunmaya ve refere edilmeye devam ediyor olması. Ahmet Kale geçenlerde bir dizi yazısında yıllardır Kıvılcımlı’ya ait olduğu bilinen Komün Gücü ve Allah Peygamber Kitap adlı eserlerin başka birine ait olduğunu iddia etti.[3] Art arda yazılmış üç metinde Kale bu zikredilen çalışmaların bizzat başkasınca yazıldığını dedektif titizliğiyle ortaya koydu, hem de bizzat Kıvılcımlı adını kullanan kişinin kendi itirafları (otobiyografisi) üzerinden.

    Şimdi bu açığa çıkarmanın bizim açımızdan kıymeti harbiyesi nedir? Kale’nin derdi açık: ‘entelektüel dürüstlük’ bir düşünürün mirasına ilişkin pervasızlığı hiçbir surette kaldırmaz. Etiketlemelerle, sessizlikle, önemsizleştirmelerle ya da tersinden ilahlaştırmalarla, sterilizasyonlarla, kutsamalarla müphem kılınan bir figür, kendisine ait olmayan eserler üzerinden iktibas ediliyorsa birilerinin buna karşı çıkması gerekir. Evet, durum sadece absürt değil, entelektüel veya bilimsel alanının dinamikleri uyarınca hassas yaklaşılması elzem bir mesele.

    Her şeyden önce, yazı yazmak bir irade beyanıdır; yazarın dili, tarzı, fikirleri yalnızca ona aittir ve ölümle birlikte bu irade, artık kendini savunamaz hale gelir. Dolayısıyla bir başkasının onun sesini “canlandırması”, sahte bir yankıdan ibarettir. Bu tür bir edim, okuru yanıltma riski de taşır: Daha da önemlisi, yazarın yaşarken onaylamayacağı, belki de karşı çıkacağı görüşler, ölümünden sonra onun adına dile getirildiğinde ortaya çıkan metin yalnızca estetik bir sahtekârlık değil, aynı zamanda bir tür düşünsel gasp anlamına gelir. Yazarın mirasına saygı, onun fikirlerini yaşatmakla mümkündür; onun adına konuşmakla değil. Belleği yaşatmak, sesi taklit etmek değil, onu anlamak ve kendi adımıza düşünmeyi sürdürmektir.

    Ahmet Kale’nin titizlikle sayfa sayfa irdelediği (Kıvılcımlı adını kullanan kişinin otobiyografisindeki) itiraflar, Kıvılcımlı’nın eserleri üzerindeki tahrifatları (onun adıyla yazılan eserleri) gözler önüne sermekte. Peki ama bu nasıl mümkün olabiliyor? Bittabi onun eserleri üzerindeki tahrifat ve göz göre göre cinayet, karşısındakilerin (politik ve akademik) yokluğuyla malul değilse, bu nasıl mümkün olabiliyor? İzleyicilerinin dayanılmaz ve katlanılmaz sessizliği; Kıvılcımlı eserleri üzerinde tahrifata yeltenenlere bir cüret vermekte belki de. Zira politik yaşamda yok sayılmanın intikamını; örselenen, gayya kuyusuna atılan, yine ve daima susuş komplosuna maruz bırakılan Kıvılcımlı adıyla almak/edinmek başka türlü açıklanamaz. Bu tahrifatı ve dâhi cinayeti Kıvılcımlı adıyla Marksist bir taktik! ve tavır alış! olarak öne sürmek ise, katlanılmaz. Şayet böylesi bir katlanılmaz hali bizatihi izleyicileri de Kıvılcımlı’yı bir susuş kumkumasına maruz bırakarak var etmediyse?

    Kişiler çağında! yok sayılmanın intikamını! (Kıvılcımlı adıyla) almak/edinmek, Kıvılcımcı kesimlerin (Kıvılcımlı adını kullanarak kitap yazan kişinin sözleriyle) zaten ölü ve daha da ölü tavırlarıyla mümkündür. Zira onlar, (onun söylemiyle) Kıvılcımlı’nın özene bezene ortaya koyduğu teorik çalışmalarını anlamaktan ve (yanlışları) ayıklamaktan mahrumdular. Üstelik iyilik yapmanın kuralı mı olurmuş! Etik diye tutturmuşlar! Başka türlü yankı bulamamaktan var olanların akıllarını, duygularını deneyerek Kıvılcımlı adıyla ilerletiyordu. Dahası uyuşan beyinlerin sarsılması amacıyla Kıvılcımlı’nın genelde kullanmadığı Siklus kelimesini de kullanarak!

    Tüm bu açıklanamaz tuhaflığı Kıvılcımlı izleyicileri arasındaki politik kopuş ve ayrışıma bağlamak mümkün. Yazın dünyasının hayli çorak kaldığı Türkiye arazisinde Kıvılcımlı, dikkatleri celbetmekte ne de olsa. Fakat Kıvılcımlı’nın fikri esastaki verimli mirasının sosyalist sol muhitte izleyicileri arasındaki politik ayrımlarla kuşatıldığı ifade edilebilir. Tam bu noktada Türkiye akademiyasına ilişkin de birkaç kelam etmek lazım. Kıvılcımlı, başka türlü bir akademik sahada muadilleriyle (sözgelimi Gramsci) hakkındaki literatürün oldukça geliştirildiği bir dev sima olabilirdi ki; Cumhuriyet’in fikri çoraklığında Kıvılcımlı, bir vaha görüntüsü vermektedir. Ancak akademik bariyerler, barikatlar ve bariz engeller de Kıvılcımlı okumalarının önüne bir set çekmekte. Kıvılcımlı’nın akademik alanda süreğen bir biçimde itibarsızlaştırılmaya maruz bırakılması sadece onun yadırgatıcı, keyif kaçırıcı temsiliyetiyle açıklanamaz. Zira; sosyal bilimlerin (özelde sosyoloji disiplini) devletçi prakisisin kuramsal payandacısı olarak yapılandırılması ve müdahil bir kamusal pratiğin bileşenine bir türlü dönüştürülememesi de Kıvılcımlı okumalarına engel teşkil etmektedir. Nihai olarak, Kıvılcımlı çalışmalarının önündeki engel sadece bir politik ve akademik susuş komplosu değil; sosyal bilimlerin pozitivizmle malul tedrisatıdır da. Kıvılcımlı’yı algılayış ve kavrayış evvelinde bu hegemonik paradigmanın aşılabilmesiyle mümkün olabilir. Bu bir yana, akademilerin çok parçalı iktidar yapıları karşısında “göreli özerk yapısını” koruyamaması ve neoliberal tahakkümle yapılandırılması da alternatif araştırmaların yeteri ölçüde yer bulamamasındaki başka bir barikat. Akademi pratik-pragmatik bir bilgi üretmeyen, şu an ve hemen gerçekleştirilebilir olmayan tasarımlara rağbet göstermemektedir. Bu vakıa Kıvılcımlı araştırmalarının önündeki bariyerlerden bir diğeri. Ancak sorun tek başına onun yeteri ölçüde (ki bu da başlı başına bir problematik) yeni araştırmalara dahil edilmesi değil; bizatihi çalışmalarının tahrif edilmesi ve dahi onun adıyla eserlerin yayımlanması.

    Kıvılcımlı adıyla ideolojik payandalarını gerçekleştirmek isteği; Kıvılcımlı gibi dev bir simanın büyüklüğüne delalet ise de bir düşünsel acziyetin de ifadesi değil midir? Zira bu tahrifatlar ve yanlışlar Kıvılcımlı’yla veyahut Kıvılcımlı’ya karşı ama Kıvılcımlısız bir Türkiye sol tarihinin imkansızlığının ikrarı ve ilanı değil midir?  

    “Bir analoji”: Antik dinsel metinler bağlamında, Hikmet Kıvılcımlı’nın başına gelen şey, belki de ‘pseudepigrapha’ olarak adlandırılan ve yazarın kimliğini gizli tutarak metnini ünlü bir kişiye atfetmesi olarak tanımlanabilecek eylemle de ilişkilendirilebilir: Genellikle kilise külliyatında görülen bu eylem en başta kutsal kişilerin hedef olduğu bir talan biçimidir. İlham perilerinin başkalarının gırtlağıyla konuştukları Pseudepigrapha sahteciliği, ironik biçimde “kutsallar” içindir. Doktor açısından bakıldığında ise hem “meczub-ı ilâhi” olarak okunmaması hem de müsaade edildiğinde sadece icat edilen rotada “okunması” gereken bir “kutsal”. Türkiye’deki siyasi kampların hiçbirinin düşünce çekmecesine sığdıramadığı Kıvılcımlı’nın, aslında tarih-yazımını manipüle edebilecek kalibrede bir saklı-müfredat olduğunun üstü kapalı bir ifadesi olarak da değerlendirebiliriz bunu. Hakkı teslim edilmeyecek kadar talan edilmiş, tac-ı devlet tedarikçisi olacak kadar da yükseltilmiş bir Doktor.

    Son olarak şunu ekleyerek yazıyı bitirelim: Varsayalım ki, Kıvılcımlı’ya ait olduğu iddia edilen iki çalışma hakikaten Doktor’a ait olsun ve Kale’nin işaret ettiği şahıs da bu iki çalışmayı (sonradan yazdığı otobiyografisinde) kendine temellük etmiş olsun. O zaman Doktor’un politik tilmizlerinden tutun Türkiye solu tarihi çalışan onca insanın bu mesele üzerine gitmemesi nasıl bir ihmalkarlıktır! Ve dahi burada tilmizlik nasıl bir hâleti ruhiyeye tekabül etmektedir!


    [1] https://dergipark.org.tr/tr/pub/talid/issue/43493/531263

    [2] https://www.amazon.com.tr/Dine-ve-Politikaya-Dair-Yazılar/dp/6055888750

    [3] En etraflı tartışma şurada: https://aynahaber.org/yazarlar/ahmet-kale/komun-gucu-sahtekarligi-uzerine-3-yazim/890/