KAPİTALİZME DİRENEN OSMANLI: DR. HİKMET KIVILCIMLI VE MEHMET GENÇ’TE OSMANLI İKTİSADİ AKLI – BARIŞ AYDIN

Barış Aydın arkadaşımız Akdeniz Üniversitesi öğretim üyesi bir akademisyen. Daha önce onu, İstanbul Medeniyet Üniversitesi bünyesinde yaptığı; “Ernst Bloch ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı’da Sosyalizm, Din, Tarih ve Kültür Tartışmaları Üzerine Mukayeseli Bir İnceleme” başlıklı doktora teziyle tanımıştık. Oldukça önemli olan bu tezini, hem Kıvılcımlı’nın ölümünün 50. Yılı dolayısıyla yaptığımız anma videolarında, hem de geçmiş yıllarda kaybettiğimiz Nasrullah Ayan ile yaptığımız Kıvılcımlı tanıtım videolarında bizlere tanıtmıştı Barış Aydın. Kıvılcımlı için yaptığımız tanıtım ve yayma çalışmalarında desteğini hiçbir zaman esirgemeyen Barış Aydın arkadaşımızın bir makalesini yayınlıyoruz bu paylaşımımızda. Bu makale, 17-18-19 Aralık tarihlerinde İstanbul’da Güngören Belediyesi ve Marmara Üniversitesi’nin ortaklaşa yaptığı Uluslararası Osmanlı İktisat Tarihi Sempozyumu’na Barış Aydın tarafından sunulmuştur. Yayınlamamıza izin verdiği için arkadaşımıza teşekkür ederiz.

Ahmet Kale – Göksal Caner Malatya

Giriş

Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ve sonrasında teşekkül eden devletin nitelikleri, sadece tarihçiler değil Türkiye siyaset ve kültürünü kavrama niyetindeki uzman olsun olmasın birçok kişi tarafından önemli bir merak ve araştırma konusu olagelmiştir. Cumhuriyet Türkiyesi’nin sosyo-kültürel ve siyasal köklerini Osmanlı’dan neşet eden çeşitli örüntülere raptiyeleyen ve oradan edinilecek ipuçlarını cari siyasal pratiğin yol haritası için bir reçete tayininde temel kerteriz addeden yaklaşımlar Türkiye siyasal düşünce tarihinin sağdan sola tümünü kapsayacak çapta revaçta olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kapitalizmle netameli ilişkisinin menşeini de Osmanlı İmparatorluğu’ndaki hakim sermaye birikim modelinde aramak gerektiği ve bu modelin modern kapitalizmin temel gereklilik ve getirilerinin -siyasal iktidarın lehte ciddi müdahalelerine rağmen- ülke sathında Batı’da cereyan ettiği şekliyle gerçekleşememesinin de baş müsebbibi olduğu, Osmanlı İktisat Tarihi çalışmalarında sıklıkla başvurulan bir açıklama biçimidir. Merkantilist kapitalizmin temel amentülerine aykırı bir iktisadi tıynetle hareket eden Osmanlı’nın, Batı’da yüzyıllar almış bir tarihsel süreci sıkıştırılmış bir biçimde elli yılda tamamlamaya çalışarak 19. yüzyıl itibarıyla kaçan trene hızlıca atlama çabasına girişmesi, hali hazırda birçok ekonomi-politik sıkıntılarla boğuşmasının da katkısıyla- klasik ve modern kapitalist yaklaşımların iç içe geçmesini ya da birbirini ikame etmesini beraberinde getirmiştir. Bu çalışma da Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve Mehmet Genç’in Osmanlı siyasi-iktisadi aklına dair iki özgün yorumunun Osmanlı ve Türkiye iktisat tarihi açısından ne ifade ettiğini, buradaki kadim iktisadi aklın cari sorunlar bakımından etkisini ve bu yaklaşımların mukayeseli bir incelemesini hedeflemektedir. Bir diğer deyişle bu çalışma biri profesyonel tarihçi, diğeri otodidakt bir siyasal düşünce insanı bu iki müstesna ismin düşünsel mirasının verimli bir alışverişe imkan verip vermediğini ortaya koyma çabasında olacaktır.

Hikmet Kıvılcımlı’da Osmanlı’nın Siyasi-İktisadi Aklı

Teorik-pratik birikimiyle Türkiye sol sosyalist düşünce tarihinin en özgün ve üretken siması payesini fazlasıyla hak eden Dr. Hikmet Kıvılcımlı da bu mesele üzerine fazlasıyla kafa yormuş ve hatta bu mesaiyi fazla abarttığı eleştirilerine bile maruz kalmıştır. Kıvılcımlı, Osmanlı’nın adlı adınca bir kapitalizme intibak edemeyişini, mayasındaki eşitlikçi barbar göçebe kan teşkilatının ve İslam’ın teşekkül devrinin göreli demokratik niteliği nedeniyle oluşturduğu sosyal yönü ağır basan toprak rejimi ve askercil demokrasiye bağlamıştır. Zamanla bu niteliklerin bir dizi sosyo-ekonomik gelişmenin sonucu olarak giderek bozulması ve çağın ruhunun kapitalist bir yönelimi gerekli kıldığı inancıyla imparatorluğun ancak kapitalizme intibakla selamete ereceği düşüncesi Kıvılcımlı’ya göre bu yönde hayli aceleci birtakım girişimleri ortaya çıkarmıştır. Kıvılcımlı, Osmanlı’da hali hazırda yerleşik kadim tefeci-bezirgan sermayenin, Avrupa’da cari tekelci kapitalist düzenin finans-kapital ağıyla hızlıca ittifak etmesinin daha sanayi kapitalizmi evresine varamadan doğrudan tekelci finans-kapital evresine atlanmasıyla sonuçlandığını ve bu durumun da hem Osmanlı da hem de Türkiye Cumhuriyeti’nde eli yüzü düzgün bir kapitalist gelişmenin yokluğunun temel nedeni olduğunu iddia etmiştir. Bir başka deyişle Dr. Hikmet Kıvılcımlı’ya göre “Osmanlılık doğuramadığı için ölen anaya benzer. Doğuramadığı şey: Kapitalizmdir” (2007: 40).

Bu yaklaşımıyla genel Osmanlı iktisat tarihi literatürü açısından hayli dikkat çekici ve özgün bir çerçeve ortaya koyan Kıvılcımlı’nın bu görüşleri -fazlasıyla hak etmesine rağmen- şimdiye kadar ciddi bir akademik çalışmanın konusu olamamış ve Kıvılcımlı’nın kendi düşünsel üretiminin tümü için kullandığı sözle adeta bir susuş kumkumasına uğramıştır. Yaşadığı tarihsel kesitte memleket sathında önemli dünya-tarihsel ve siyasal dönüşümlere tanıklık etmiş biri olarak Kıvılcımlı, yeni Cumhuriyet’in kendini inşa evresinde mutlak öteki biçiminde konumlandırdığı Osmanlı’yı bu şekilde kavramamış; ülke çapında sosyalist bir tarihsel devrim ve değişim iradesinin ipuçları ve filizlerini bünyesinde barındıran bir imkanlar mıntıkası gibi kavrama gayretinde olmuştur. Kitabi birtakım devrimci yol haritalarını yerel dile tercüme etmenin bu türden bir değişim hamlesi için gerek şart olsa bile yeter şart olmadığının bilincinde hareket eden Kıvılcımlı, salt tercümenin yarattığı hercümerce sarahat getirmek amacıyla yerel tarihsel gelişmelere odaklanmış ve orada saklı cevherlerin günümüzdeki bir toplumsal dönüşüm hamlesine nasıl bir yakıt sağlayabileceğini tespite mesai harcamıştır.

Kıvılcımlı, buradaki metodolojik yaklaşımla çözümlemeye giriştiği Osmanlı Devleti’nin de İslam ve Bizans Antika medeniyetlerinin bir bileşimi olarak bu iki medeniyeti, kendi bünyesindeki barbar göçebe savaşçı kan örgütü asabiyesiyle aşıladığını belirtmiş ve buralardan aldığı mirası mahirane bir biçimde sentezleyerek cihan şümul bir imparatorluk seviyesine ulaştığını savunmuştur. Hikmet Kıvılcımlı bu araştırmaları ekseninde, Osmanlı’nın müspet barbar göçebe niteliklerinin devlet ve imparatorluk devrinde de kamusal faydayı esas alan bir devlet örgütlenmesini mümkün kıldığı neticesine varmış; Bizans ve Selçuklu’nun toprak rejimlerinin ilk bozulmamış halini elifi elifine kopyalayarak derebeylik zulmünden yılmış Anadolu ve Balkan halkları nezdinde büyük bir teveccüh görerek toprakları ve nüfuz alanını bu nedenle hızla genişletmeyi başardığına dikkat çekmiştir.

O güne kadar yapılan Osmanlı Tarihi çalışmaları, ağırlıklı olarak mal iradını temel alan dirlik düzeninden tümüyle rant ve para iradına dayanan kesim düzenine geçilmesini, salt birtakım ekonomik gerekliliklerin getirdiği teknik bir değişiklik olarak gördükleri gibi daha çok bu değişimin sonrasında onun gerekli nitelik ve denetimle işletilmediği savıyla buradan hareketle duraklama, çürüme ve yozlaşma meselelerini çözümlemeye çalışır. Bu yaklaşıma karşı Kıvılcımlı, Osmanlı Tarihinin ruhunu teşkil ettiğini düşündüğü kuruluş aşamasında cari toprak teşkilatlanmasındaki değişim, kritik bir eşik, geçiş momenti ve mümeyyiz bir vasıf olarak kavranmadığı sürece oradan anlamlı bir resim çıkarmanın imkan dahilinde olmadığı kanaatindedir (Aydar, 2016: 121). Buradaki dar ekonomik ve siyasal bakışın Osmanlı Tarihine yönelik yorumların birçoğunda tezahür ettiğine vurgu yapan Kıvılcımlı, o dönemde  gaddar bir derebeyleşmeye gark olmuş Avrupa feodalitesinin toprak rejiminin yerine bütün Müslümanların ortak malı olarak toprağın getirisinin onda dokuzunu çiftçiye, onda birini de işlenmek üzere toprağı taksim etmek ve itten uğursuzdan korumakla mükellef dirlikçi nezdinde devlete vermesi ve böylelikle kitleye müthiş ucuz bir devlet hizmeti sunması nedeniyle Osmanlı’nın, sadece Müslüman ahali tarafından değil Hıristiyanlarca da tercihe şayan bulunduğu düşüncesindedir (Kıvılcımlı, 2011d: 20-22).

Kıvılcımlı’ya göre, tesis ettikleri kamusal fayda odaklı ve ürün iradına dayanan dirlik düzeninin yerini, devletin genişleyen finansal ihtiyaçlarını daha hızlı karşılamak gerekçesiyle para iradına dayalı kesim (mukataa) düzenine bırakması devletle çiftçi arasına tufeyli nitelikli aracı sınıfların girmesine yol açmış ve böylelikle Osmanlı Devleti’ni kitle nezdinde tercihe şayan kılan niteliklerde ciddi gerilemenin olduğu bir isyanlar ve iç karışıklıklar dönemi vuku bulmuştur. Bu kırılmanın Cumhuriyet dönemine de aynen transfer edildiğini düşünen Kıvılcımlı, Türkiye kapitalizminin tefeci-bezirgân sermaye ve beynelmilel finans-kapitalin boyunduruğunda ne uzayan ne kısalan kadük yapısının da bu tarihsel kökler üzerinden şekillendiğini belirtmiştir.

Mehmet Genç’te Osmanlı Siyasi-İktisadi Aklı

Ömrünü hac yolunda karınca olmaya adamış, memleketin en müstesna Osmanlı iktisat tarihçilerinden Mehmet Genç de tıpkı Kıvılcımlı gibi Osmanlı iktisadi aklı ve yaklaşımına dair özgün bir model oluşturmayı başarmış ender isimlerden biri olarak temayüz etmiştir. Osmanlı iktisadi aklını sarayın, ordunun ve payitahtın iaşesini önceleyen provizyonizm, devletin mali gelirlerini belli bir düzeyde tutmayı temel hedef haline getiren fiskalizm ve bu ikisinin ilanihaye sürdürülebilir olması için sosyo-ekonomik yaşamın yeniden üretimine odaklanan tradisyonalizm adlı üç ilke üzerinden tarif etmiştir. Provizyonizm ilkesi gereğince malların pazarda bol ve ucuz bulunması için ihracatı baskılayıp ithalatı alabildiğine serbest bırakan Osmanlı bu tavrıyla, özellikle kapitalizmin merkantilist evresiyle müthiş bir tezat içinde olmuştur. Fiskalizm de bu evrede üretim geliri artış göstermediği için uzun yıllar boyunca aynı kalan mali gelirlerin giderek büyüyen merkezi devletin masraflarını karşılayamaz olmasıyla akamete uğramıştır. Tradisyonalizm de kadim toplumsal düzenin yeniden üretimine dayanan bu gelenekçi yaklaşımı arkaik hale getirmiş, kapitalist rasyonalitenin ağır baskısı altında yenilenmenin önündeki en ciddi engellerden biri olarak telakki edilir hale gelmiştir.

Bu üçlü koordinat sistemiyle ekonominin emek, toprak, üretim ve mübadele ilişkilerinde vücut bulan bütün faktörlerini sıkı bir kontrol altına tutan Osmanlı Devleti, böylelikle kapitalizm olmasa mükemmelen işleyecek bir düzen ihdas ettiği inancında olmuş ve resmi devlet belgelerinde bu mütekamil organizasyonlarına devlet-i aliye-i ebed-müddet ismini vermiştir (2000: 37). Sürekli kadimden beri olagelene verilen referans, toplumsal değişim ve gelişmelerin ekonominin objektif şartları gereğince de fazlasıyla zor ve yavaş olduğu bir tarihsel kesitte, toplumsal yaşamın kamilen sevk ve idaresini kolaylaştırdığı gibi bunun için gerekli toplumsal rızanın da bu yolla devşirilmesi anlamına gelmiştir. Buna mukabil Osmanlı siyasi ve iktisadi aklının bu girişimleri belli bir strateji ya da siyasal manevra kabilinden değil cari sosyo-ekonomik ve kültürel yapının hattı zatında böyle olması gerektiği ve hatta aksinin mümkün olmadığına dönük sahih inancı nedeniyle yaptığını da vurgulamak gerekmektedir.

Mehmet Genç’in uzun arşiv çalışmaları ve nicel veriler ekseninde ulaştığı bu nitel analizler, son iki yüz yılında tarihin alabildiğine hızlandığı ve doğal muarızlarıyla arasındaki sosyo-ekonomik farkın aleyhine olmak üzere müthiş bir hızla açıldığı bir tarihsel süreci de ihtiva edecek biçimde Osmanlı Devleti’nin, altı yüz yılı aşkın bir süre hayatta kalmasının adeta mucize kabilinde değerlendirilmesi gerektiğini bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır. Ayrıca Mehmet Genç’e göre, kapitalist gelişmenin ve merkantilist ekonomi politikalarının gemi azıya aldığı bilhassa son iki yüz yılı aşkın süre zarfında göreli eşitlikçi ve kamu refahını önceleyen yaklaşımından, çöküşünden elli öncesine kadar bile ısrar ve inatla vazgeçmeyen Osmanlı sistemi kapitalizme kapalı olmasının yanı sıra aynı zamanda da taammüden karşıdır (2000: 76). Bu anlamda ekonomiyi klasik kapitalist tercihlere aykırı bir biçimde insanın ve toplumun koşul ve önceliklerini temel alan bir bakış açısıyla tanzim eden Osmanlı ekonomi-politik muhayyilesine ilişkin Mehmet Genç’in bu tespiti, bugünden bakıldığında tuhaf ve çelişkili gibi görülen ve resmi Osmanlı tarih yazımında ihanet gibi sıfatlarla şehvetle kınanan, ithalatı alabildiğine kolaylaştıran kapitülasyonlar gibi uygulamaların ardındaki zihniyete de hayli sarahat kazandırmaktadır.

Osmanlı topraklarının en geniş sınırlarına ulaştığı 17. yüzyıl sonunda nüfusunun yaklaşık yüzde sekseninin gayrimüslim tebaadan müteşekkil olduğu ve o döneme kadar bu gayrimüslim tebaadan devlete yönelik ciddi bir karşı koyuşun olmadığı düşünüldüğünde buradaki ilişkinin karşılıklı bir rıza üzerinden ilerlediğini tespit etmek mümkündür. Bunun sebebini Mehmet Genç, Fernand Braudel’e referansla Osmanlıların gittikleri yerlerde cari kaotik düzenin yerine bir hayli hafif bir vergi yükü ve herkes için öngörülebilir nitelikte bir hukuk rejimi tayin etmek anlamında önemli bir sosyal devrim getirmelerinde müşahede etmektedir (2021: 25). Bir diğer deyişle Mehmet Genç’e göre Osmanlı’nın hususiyeti, gayrimüslim tebaaya görece eşitlikçi ve herkese karşı koşulları önceden belirlenmiş adaletli bir hukuk ve vergi sistemi ihdası nedeniyle oluşturduğu ciddi toplumsal rıza üretiminde vücut bulmaktadır.

Nihayet Mehmet Genç, Osmanlı iktisadi muhayyilesinin ilanihaye süreceğini düşündükleri optimal siyasal nizamlarının kendini yeniden üretmesi için gerekli koşulların oluşturulmasında provisyonalizm, tradisyonalizm ve fiskalizm eksenli üçlü koordinat sisteminin kurucu vasfı haiz olduğu kanaatine varmıştır. Bu koordinat sistemine destek olan zihniyet dünyasının başka hususiyetlerinin de bilhassa iktisadi sahanın sevk ve idaresinin yanı sıra kaynakların taksimatı ve bölüşümünde de kamusal faydayı önceleyen eşitlikçi temayül, klasik kapitalist pazar ilişkilerinde cari olan rekabet ve çatışmadan daha çok işbirliği ve dayanışmayı öne çıkarıp teşvik etme ve siyasi, iktisadi, toplumsal ve kültürel alanda her türden aşırılığı ve uç tavır alışı törpülemeye yönelik mutedil tavır olmak üzere üç başlık altında tanımlanabileceğini ifade etmiştir. Buradan hareketle Mehmet Genç, Avrupalı rakiplerinden nüfus, üretim ve teknolojik kapasite gibi birçok bakımdan geride olmasına karşın altı yüzyılı aşkın bir süre hayatta kalmayı becerdiği gibi sınırlı kaynaklarını müthiş bir maharetle sevk ve idare etmeyi beceren Osmanlı İmparatorluğu’nun bu başarısının Osmanlı tarihçileri açısından halen bile en önemli problematik olmayı sürdürdüğü inancındadır.

Sonuç

Mehmet Genç ve Dr. Hikmet Kıvılcımlı Osmanlı Tarihi’ne ilişkin hayli özgün nitelikte kavramsallaştırmalarıyla temayüz eden biri akademi içinden sebatkar bir müderris, diğeri otodidakt bir siyasal eylem ve düşünce insanıdır. Mehmet Genç bu meseleye akademinin rahleyi tedrisatından geçmiş biri olarak daha kitabi ve nicel veriler ekseninde yaklaşmış hem hocası Ömer Lütfi Barkan hem de Barkan’ın hocası Braudel üzerinden daha disiplinlerarası bir tarih yaklaşımıyla çok taraflı ve mukayeseli bir analiz çerçevesi oluşturma gayretinde olmuştur. Buna mukabil Kıvılcımlı daha ziyade siyasal saiklerle giriştiği bu tarihsel soruşturmada hayli zorlu şartlar altında daha dağınık da olsa bilimsel teamüllerden olabildiğince taviz vermeden Osmanlı’yı tarihsel materyalist bir zaviyeden inceleyerek sosyalist düşüncenin Türkiye şartlarındaki kök arayışının ve popüler muhayyilesinin bir parçası kılmaya çabalamıştır.

Bu anlamda arkasında -en azından zikredilmiş- herhangi bir siyasal motivasyon olmadan Osmanlı’nın altı yüz yılı aşan serüveninin alamet-i farikasını kamilen anlama çabasıyla kendi deyimiyle hac yolunda karınca olan Mehmet Genç’e mukabil Kıvılcımlı da anadan doğma sağcılıkla malul olduğu düşünülen Türkiye toplumunun ruhunu oluşturduğunu düşündüğü Osmanlı, İslam ve göçebe kan teşkilatı temelli sosyo-ekonomik ve kültürel bünyesindeki türlü zenginlikte eşitlikçi ve demokratik değerde sosyalist bir gömünün gizli olduğu kanaatindedir. Mehmet Genç’te toplumsal ve iktisadi yaşamın sevk ve idaresinde her daim kadim olana referans vererek bu alanlardaki eşitlikçi ve göreli demokratik uygulamalarına meşruiyet kazandıran Osmanlı’nın aynı hasletleri Kıvılcımlı’da ise mayasındaki eşitlikçi barbar göçebe kan teşkilatı temelli askercil demokrasi ve İslam’ın bilhassa Hulefayi Raşidin döneminin eşitlikçiliğinin kadim Bizans Medeniyetine yaptığı barbar aşısından müteşekkil olarak tanımlanır.  

Öte yandan Mehmet Genç’in Braudel’e referansla sosyal devrim olarak tanımladığı hayli az vergi yükü ve öngörülebilir hukuk rejimi ihdasıyla da Osmanlıların tercihe şayan olduğu tezi Dr. Hikmet Kıvıcımlı’da da benzer bir yaklaşımla ucuz devlet hizmeti ve adam ayırmayan eşitlikçi toprak rejimi tanımlamalarında ortaya çıkmaktadır. Bu düzenin mal iradı temelli dirlik düzeninden para iradına dayalı kesim düzenine geçişle soysuzlaşma emaresi göstermeye başladığını iddia ederek bozulmanın başlangıcını Kanuni dönemine kadar çeken Kıvılcımlı’ya karşı Mehmet Genç, uzun arşiv çalışmalarıyla da gösterdiği üzere 18. yüzyılın sonlarına tarihler. Sonuç olarak hem Mehmet Genç hem de Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın, Osmanlı Devleti’ni beynelmilel bir dünya-tarihsel anlatının içine yerleştirerek okuma gayretlerinin yanı sıra onu ayrıksı kılan mümeyyiz vasıflarını da layıkıyla vurgulamak bakımından önemli müştereklere sahip olduğunu söylemek mümkündür.

Kaynakça

Aydar, Ö. (2016). Bir Sosyal Bilimci Olarak Hikmet Kıvılcımlı Üzerine Sosyolojik Bir Analiz. Yayımlanmamış Doktora Tezi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi SBE.

Genç, M. (2000). Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi. İstanbul: Ötüken Neşriyat.

Genç, M. ve E. Özvar (2021). Osmanlı Ekonomisine Dair Konuşmalar. İstanbul: Ötüken Neşriyat.

Kıvılcımlı, H. (2011). Fetih ve Medeniyet. İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları.  

Kıvılcımlı, H. (2007). Osmanlı Tarihinin Maddesi. İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları.


* Dr. | barisaydin@gmail.com | ORCID: 0000-0002-2629-5228

Bir yanıt yazın